Ciddiyetsiz, kendine her yerde Quyin diyor ve adı Melike.

16 Şubat 2015 Pazartesi

Her Kalp Kendi Şarkısını Söyler - Jan Philipp Sendker

Açık ve net söylüyorum, ön yargıları olan bir insanım. Kitabı adıyla, ödülleriyle, kapağıyla hatta bazı zamanlar yazarıyla bile değerlendiririm seçim yaparken. Tüm bunlar söz konusuyken eğer, "Neden tüm bunlara rağmen bu kitabı yorumluyorsun o zaman?" diyorsanız; inanın ki benim de bildiğim söylenemez.

Bir kere kapağı. Son zamanlarda Koridor Yayınları'nın sadece cinayet-polisiye türlerini okuduğum için bilinçaltıma o şekilde kodladığımdan mıdır nedir, niyeyse böyle çiçekli böcekli bir kapakla karşılaşmak biraz garibime gitti. Velhasıl kelam, hep bu kelimeyi kullanmak istemişimdir, aldım kitabı gittim eve.

Bir kere orjinal adı The Secret of Joy olan bir kitabı, Kırık Kalpler Tamircisi diye aldığımdan beri her kitabın kendi dilindeki adını kurcalayan bir tipim. Ama haklıyımdır da elbet, travmam büyük.

Öncelikle, kitap hakkında biraz internette bakındım da, hem ikinci bir kitabı daha var, hem de genelde orjinal adını The Art of Hearing of Hearbeats (Kalp Atışlarını Duyma Sanatı) olarak gösteriyor çoğu yerde ama adam Alman yahu, kitabın adını neden İngilizce koysun? (Sözüm Wattpad'de çocuğun adını Burak koyup kitabın adını Miley Cyrus şarkısı yapan meclisten dışarı hjkldjk.)

Yani ben bu bilgiyi dipnot gibi düşeyim ben yine de, esas adı Van Herzenhören, ki onun da esas çevirisi ne oluyor bilmiyorum. Bunu da bir bilene sormak lazım ama en azından Her Kalp Kendi Şarkısını Söyler olmadığına oldukça eminim, oldukça.

Bazı kitaplar vardır, hani okuduktan sonra her bir satırındaki noktalar bile çok anlamlı gelmeye başlar ya, kesinlikle onlardan biriydi. Her kitabın baş kısmında delice sıkılanlardanım, bir an önce ortasına gelip olayların serimden, düğüm kısmına geçmesini sabırsızlıkla beklerim ama bu kitapta bunu bir saniye bile yaşamadım. Nasıl yapabildi, ne farklıydı, bu kadar özel kılan neydi bilmiyorum ama beni resmen kendine kenetledi, ki bu oldukça zor bir şey. 

Karakterlerden bahsetmek gerekirse, Tayland'ta yaşadıkları için adları da pek alışık olduğumuz John'dur, Ashley'dir, Flonde'dur gibi değil. Neden John'la Ashley dedim bilmiyorum, Flonde'u zaten ben uydurdum be, o isim bile değil. 

Aslında ben şu bloglardaki yorumlarda kitabın içeriğinden bahseden insanlara hep sinir olmuşumdur, yahu ben o kitabı okuyacağım seni lanet olası, sonuna kadar anlattın da eline ne geçti? O yüzden içerikten bahsetmeden harika bir kitap olduğunu nasıl açıklayabilirim en ufak bir fikre bile sahip değilim. O yüzden yorumu boşverip şimdi size bir hikaye anlatmaya başlayacağım.

Şakaydı jkglfş.

Geçmişe giden hikayeleri bilirsiniz, röpörtaj, gazete yazısı, torununa anlatma gibi şairane kurgularla - bu da buradan Sarah Jio'ya diss olsun- eski hikayelere dönerler falan fişman. Bu kitapta farklı olan, esas karakterin kızı ortadan kaybolan babasını bulmak için bir hikayenin peşine düşüyor. Ve ipuçlarını takip etmekten ziyade, kendisine hikayeyi baştan sona bilerek anlatan birisine de sahip zaten. "Eee o zaman bunun heyecanı neresinde?" diyeceksiniz, vallahi neresinde çözemedim. Yazarın hayal gücü bir kere mükemmel, hikayeyi öylesine değişik ve öylesine zekice kurgulamış ki imrendim doğrusu. 

Tin Win, kızın babası yani esas kahramanımız oluyor. (Kitabın karakterinin adını yorumun ortasında anca veren bir aptaloggerın dramı.) Aile açısından, fiziki yönden, imkan yönünden her şekilde engele sahip birisi için hayata karşı çok harika bir bakış açısı olduğunu düşünüyorum, şu sıralarda da en ufak bir özellik hakkında spoiler vermemek için direniyorum açıkçası. Kitap o kadar birbirini izleyen olaylar şeklinde yazılmış ki, bir noktasını dahi söylesem kötü hissedeceğim gibi. O yüzden dıştan da anlaşılabilen şeylere yöneleyim diyorum.


"Her kalp kendi şarkısını söyler, yalnızca diğeri onun sesini duyar." yazıyor kitabın kapağında. 

Şöyle cümlelere karşı hep bir antipatim vardır, çünkü üzerinde bu şekilde sözlerin yazdığı kitaplardan çok şey beklerim ama çoğunluğu  da beklediklerim açısından beni tatmin etmez. Üzerinde brownie intense yazan bir koliden hacı yağı çıkması gibi bir şey bu. Fakat kitabın son sayfalarında, "Vay canına." diyorsunuz. Tuvalette çiğköfte yemenin günahı üstüme yazılsın ki, eğer kitabı okurken bunu hiçbir yerde dememişseniz ben de Melike değilim. 



Kısaca, eğer bir milyon insan tarafından okunsa dokuz yüz doksan bininin net olarak Kesinlikle Okumalısınız listesinde yer alacak bir kitap. İkinci kitabını şahsen ben daha okumadım ama gördüğüm yerde alacağım. Hiçbir haltı açıklayamadığımı, hatta adam akıllı bir yorum bile yapamadığımı düşünsem de bence siz ana mesajı çaktınız. Kendisi zaten bir Bestseller kitabı, kızla çocuğun tripkar aşk dramlarını okuyacağınıza da açın bunu okuyun. (Diye emretti majesteleri.) Bir yerde okumuştum, "Her kitap insana bir şeyler katar, istisnasız." diyordu. Bu kesinlikle size "bir şeyler"den çok daha fazlasını katacak bir kitap.

Okuyun, okutun. 

Bu iğrenç ilk kitap yorumu için de tüm insanlık adına özür diliyorum.

Hadi eyvallah klşihjmh

1 yorum:

  1. Abi blog açma fikrini sana kim verdi hatırlamıyorum ama bensem valla kendi kendimin elini öpücem yani ldfkjgkşdl Samimiyetin dibi resmen.
    Şimdi ben de kitaptan bahsedilmesinden hoşlanmam ama yorum yazarken önce arka kapağı okuyorum, oradan bi şeyler anlatmaya çalışıyorum. Kurgudan ancak bu kadar bahsedilmeli bence.
    Bu kitabı alacağım alacağım alacağım by .s.s

    YanıtlaSil

Bookmark Us

Twitter Delicious Facebook Digg Stumbleupon Favorites More

Search

Ne Okuyorum?

Anna Todd - After

Recent Posts

Unordered List

Pages

Text Widget

Blogger tarafından desteklenmektedir.

Author Info

Text Widget

Instagram

Facebook

Quyinin Halkı

About the Author

featured Slider

Navigation Menu

Twitter

Like us

Popular Posts

Copyright © Quyinin Tacı | Powered by Blogger
Design by SimpleWpThemes | Blogger Theme by NewBloggerThemes.com