Ciddiyetsiz, kendine her yerde Quyin diyor ve adı Melike.

17 Ağustos 2015 Pazartesi

[İskambil Kartları Blog Turu #9] Hep Lunapark - Bahadır Cüneyt Yalçın



Ve sahne: İrfan Yunus ve ailesinin Balkara şehrinde işlettiği naif lunapark. "Hangi lunapark bir uydu fotoğrafına doluyken yakalanmışsa oralıyım ben" cümlesinin müellifi İrfan. 

"Burada çocukluk değil manyaklık ortaya çıkar" sözünün sahibi Zafer. "Lunaparktaki sese ve ışığa savunma geliştirmeye çalışan sinir sistemi dert çekmeye vakit bulamaz" diyen, pembe ojeli parmaklarıyla hayal perdelerini parçalayan Ayşegül. Dönmeli, hoplamalı, ışıklı bir eğlence köyü. 

Ölmüş meşhur şarkıcılara mektuplar yazan safiyet ehli Mustafa, bir varoluş biçimi olarak bayılan Narine, kumarbaz Savaş, fettan Alev, dövüş ustası bir dondurmacı. Deniz kaplumbağası, peruklu balerin, şaşı ahtapot ve belgesel kameraları…

Ne demişler: Roket yükselmeye inanır. Rüzgâr hep kazanır, tül hep kaybeder. İşte huzurlarınızda; yükseliş, alçalış, merkezkaç ve Newton. Acı, avantür, komedi ve sürpriz. Bahadır Cüneyt Yalçın, Mütevazı Bir İntikam'ın ardından Hep Lunapark ile yeni edebiyata bir kez daha kahkaha ve sevgiyle selam çakıyor. 

"Biz ancak kimsenin kaybetmediği bir ringte kazanabiliriz."


 Öncelikle kitabı okurken sadece kendi şarkısı olan Yok Öyle Kararlı Şeyler'in Ah Lunapark'ın dinledim. Bu şarkı, YÖKŞ'nin kitaba özel yazdığı bir şarkı ve o kadar güzel ki. Kaç gündür dilime dolandı durup durup, "Atlı karınca, haklıydı kendi aklınca." diye bağırıyorum evin içinde. Dinleyin diye hemen alta bırakıyorum.


Yahu bu kitapta çok farklı bir şey vardı. Tamam, ben de sürekli genç kitapları okuyan bir insan değilim Türk yazarları da sık sık okuyorum ama daha önce böylesine değişik bir kalemle karşılaşmamıştım. Bahadır Cüneyt zaten Afilli Filintalar'da adını gördüğüm bir yazardı ama daha önce hiç okuma imkanım olmamıştı. Pişman oldum. Bu kitapta lunapark işleten bir Türk ailesinin hayatı olabilecek en içten ve en esprili şekilde yazılmış. Öyle okunup geçilecek kitap yazmak çok kolaydır ama üstünde durup düşünülecek satırlar yazabilmek çok az yazara bahşedilmiş bir lütuftur. Cidden daha bu kitabı anlatmak için daha ne diyebilirim bilmiyorum.

Kitap Zafer'n, yani lunaparkın sahibi İhsan Yunus'un oğlunun ağzından anlatılıyor. Fakat Zafer tam bir üçüncü şahıs gibi anlatıyor çoğu zaman olayları, orada olduğunu zar zor fark ediyorsunuz. Cinayet-polisiye okumayı seviyor, oldukça ince de bir mizah anlayışı var. İşte bu da benim Zafer'i sevme nedenim. Yine de favori karakterim Mustafa, yani Zafer'in dayısı. Çok naif, biraz içine kapanık birisi. Lunaparktaki kaplumbağayla konuşup bir de mektuplar yazıyor. Zeki Müren, Elvis Presley ve daha nicesine. Sayesinde bilmediğim çok fazla şey öğrendim. :D

Bahadır Cüneyt Yalçın cidden genel kültürü çok geniş bir insan, bahsettiği şarkılar, kullandığı kelimeler, anlattığı ünlüler olsun. Cidden hayran olunası birisi, kalemi o kadar özgün ve güzel ki. Aşağıya çok hoşuma giden bir şiirini bırakıyorum. Bende Mustafa gibi bir ünlüye mektup yazmak isterdim ama o kadar çok düşünmeme rağmen aklıma hiç kimse gelmedi. En iyisi biz bu işi ona bırakalım :')

Bir kitap aldım, bir koku,
Seni sordum.
Bir nefes, bir öksürük,
Kendimi ezip söndürdüğüm küllük,
Hep o usulca sesin.
Klasik kuğulara hiç güvenmem,
Boynunu andım.
Hastaneler temaruz taarruzunda,
Bahar da gelemez bazen.
En iyisi, bir kitap okudum.
Kıpırdama, sinek korkuyor.
Bu sır çok kısa, sıkı dur:
İlk selam son kelimeyi fısıldar, daima.
Ama seni bildim,
Ama umut centilmenin standardı.
Elmayım, soydular mektup bıçağıyla,
Görmediler de feci utandım.
İnandın mı duyduğuna?
Şimdi adını saklarken aç biilaç,
Sen evini seç, ben canavarı oyalarım.

Not2: Facebook ve Instagam çekilişlerimizi katılmayı unutmayııın!
Not2: Yazarın Afilli Filintalar'daki yazılarına bir bakın derim. ;)


3 Ağustos 2015 Pazartesi

[İskambil Kartları Blog Turu #8] Vahşi - Sally Green

Bela'yı beğenmeyen, eksikti bu diyen, ya beni reading slumpa soktu diye yakınan; evet, hepsi bendim farkındayım. Ama Vahşi... YA BU KİTAP ÇOK GÜZEL BİR ŞEYDİ.

İlk kitap yarı ak yarı kara olan Nathan'ın bir kafese kapatılması, daha sonra kaçarak gücünü bulmaya çalışmasını anlatıyordu. Ve ikinciyi okuduktan sonra birinci kitabın olayları oturtmak ve Nathan'ı tanımaya yönelik yazıldığını düşündüm. Ne kadar doğru bilemem, yazarın da bu amaçla yazmış olduğunu sanmıyorum ama Vahşi; Bela'dan sonra çıtayı o kadar yükseltti ki Bela bir kompozisyonun iki-üç cümlelik giriş kısmı gibi kaldı.,

Kara ve Ak cadıların arasındaki çatışma aslında bana pek çok yerden tanıdık geliyor. Ak cadıların, kara cadılara yaptıkları şey soykırım ve bu beni Kara'ların tarafında olmaya itti. Tabi bu biraz da deli dehşet Marcus hayranlığımdan kaynaklanıyor.

Sally Green'in bir özelliği varsa sonları çok potansiyel bir yerde bırakıyor. Gerçi kadının daha 2 kitabını okuyabildim ama bu serinin üçüncü kitabı çıktığı gibi alacağımdan emin olabilirsiniz. Keşke öyle bitmesin dediğim bir şekilde bitti ama yine de... Of. Spoiler vermeyeceğim.

Tek sorun kitap sayfalarının olması gerekenden fazla ince olmasıydı. Kağıt bildiğiniz okul kantinlerinde tostu sardıkları kağıt gibi. Yanlışlıkla iki sayfayı yırttım ben mesela cidden çok üzücü. Bela'nın sayfa sayısı Vahşi'den daha az ancak Bela daha kalın görünüyor komediye bakar mısınız. Neyse ne, bir kitabın tek sorunu varsın sayfa kalitesizliği olsun hjfklş.

Instagram ve Facebook'tan, Bela ve Vahşi çekilişimize katılmayı unutmayıııın! :D

Bookmark Us

Twitter Delicious Facebook Digg Stumbleupon Favorites More

Search

Ne Okuyorum?

Anna Todd - After

Recent Posts

Unordered List

Pages

Text Widget

Blogger tarafından desteklenmektedir.

Author Info

Text Widget

Instagram

Facebook

Quyinin Halkı

About the Author

featured Slider

Navigation Menu

Twitter

Like us

Popular Posts

Copyright © Quyinin Tacı | Powered by Blogger
Design by SimpleWpThemes | Blogger Theme by NewBloggerThemes.com