Ciddiyetsiz, kendine her yerde Quyin diyor ve adı Melike.

8 Mart 2015 Pazar

Şahmelek - Merve Akıncı [İnceleme/Yorum]


Öncelikle Google'da yoruma eklemek için resimler ararken -resimsiz olunca gözlerim çok yoruluyor- çok hoşuma giden çalışmalar oldu.  O yüzden ilk, yapanların tek tek ellerine sağlık demek istiyorum.

Şimdi bu yoruma nasıl başlayacağımı gerçekten oldukça uzun bir süre düşündüm. İlk cümleler her zaman bana son cümleleri kurmaktan daha zor gelmiştir, eksilerden mi artılardan mı yoksa olasılıklardan mı başlayacağıma karar veremem falan fistan derken çorba olur. O yüzden açıkça söyleyeyim, eğer elimden kayar da kitapla ilgili spoiler verirsem kusuruma bakmayın. İnanın kitabın size yarısını anlatsam, yine de spoilerı hakkıyla yemiş olmazsınız. Tahmin edilmesi zor bir kurgu değil nitekim.

Gerek goodreads olsun, gerek Ezgi olsun, gerek 1000kitap yorumları olsun, herkes tarafından oldukça eleştiri almış ama aynı zamanda da 4. baskısı hazırlanan bir kitaptı ve ilgimi çekmedi desem yalan olur. Okumaya başladığımda gözüme batan o kadar çok detaya denk geldim ki hepsini bir bir unutacağımı bildiğimden önüme defteri açıp not tutmaya başladım, sanırım defter sayfasının üzerine attığım Şahmelek İnceleme başlığından dolayı şuan bu yazıyı da İnceleme/Yorum adı altında yazıyorum. Yoksa tam bir inceleme olacak mı emin değilim. 

Öncelikle karakterlerden bahsetmek istersek, hikaye İde isimli, 22 yaşındaki üniversite son sınıf olan kızımız tarafından anlatılıyor. Bu kızımızın ailesi belirli bir nedenden dolayı Amerika'da ve kendisi de Balkanlı'ların evinde kalıyor. İşte hikayemizin de meşhur bir diğer kahramanı Aslan Balkanlı, bu evin 31 yaşındaki oğlu.

İçerikten başlamak gerekirse, ilk bölümde yazarın bizimle paylaştığı şöyle bir cümle var. 

"O, Aslan Balkanlı'ydı. Reddedilemez bir adam ama insafsız bir reddediciydi."

Bu tip cümlelerden her zaman çok hoşlanmışımdır. Daha kitabın girişinde şöyle bir cümleyle karşılaştığımdan, Aslan Balkanlı gözümde sert bir insan olarak canlandı. Kesinlikle çok farklı profiller çizildi, hayallerimde kaba saba, vurdumduymaz hatta belki diktatör Aslancıklar bile oluştu, düşünün o kadar uçsuz bucaksız düşündüm Aslan'ı. 

İnsanlar bir hikayeyi yazdıkça karakterleriyle bağdaşır. Bir kısmı karakterini yarattığı kişilik çerçevesinde konuşturur, davranışlarını o şekilde yönlendirir; bir kısmı ise zamanla karakterin kişiliğinden ödünler vererek onu tamamen karma karışık bir şeye çevirir. Aslan Balkanlı benim için kitabın ilk 200 sayfası boyunca karma karışık bir şeydi. Sert biri olarak tanımlanıyordu ama değildi, ulaşılmaz gösteriliyordu ama değildi. Değildi, değildi, değildi. Aslan Balkanlı ne olduğu belirsiz, kişiliği tanımlanamaz birisiydi benim için bir süreç boyunca.

Bir yerlerde mi ne gördüm, Aslan için çakma Mr. Grey demişler. Hayatımda duyduğum en saçma şeyler sıralamasında sanırım ilk ona girerdi. Her takım elbise giyen adama yapıştırılan bu Mr. Grey damgasının çakmasını taşıyamayacak kadar saçma bir adam bence Aslan Balkanlı. Christian, Elli ton serisinin başında kontrol manyağı, sözünü dinletmeyi seven bir adamdı ve biz kitap boyunca onun aşık olup yumuşamasının sürecini gözlemlemiştik ama Şahmelek'i sanırım zamana meydan okuyan kitap olarak adlandırabiliriz. Karakterler arasındaki yakınlaşma anlamlandırılamayacak bir hızla 29., evet tam da 29. sayfada başladı. Ciddi manada vay canına.

Wattpad'de yazan insanlar bilir, hem kendi yazma isteğin, hem de okuyucunun okuma hevesi açısından olayları makul bir seviyede hızlı ve heyecanlı tutmak en önemli püf noktalardan biridir. Şahmelek, eğer bir Wattpad kitabı olarak kalsaydı eminim ki bu kadar rahatsız edici olmazdı. Aradaki fark ne inanın anlamaya çalıştım ancak bulabildiğim tek mantıklı açıklama, kelimelerin kitap yaprağına döküldüğünde taşıması gereken yükümlülüklerin arttığıydı. Çünkü  Wattpad'de bir bölüm okuduğunuzda, yazar diğer bölümü yükleyene kadar zihninizi dinlendirirsiniz lakin kitap okurken -özellikle benim gibi tek gecede kitap bitirme gibi alışkanlıklarınız varsa- bir anda olaylar o kadar uçuyor ki, şaşırıyorsunuz. Sanırım bu gerçek bir kitapla, Wattpad kitapları arasındaki farkı anlamaya itti.

Gelelim bir diğer kahramanımız olan İde'ye.

Şu zamana kadar okuduğum bütün kitaplarda ana karakterlerle aram sıkı olmuştur ama bu kitapta İde beni delirtti. Kendisi psikoloji okuyor lakin çoğunlukla o kadar 0-5 yaş düzeyi düşünceleri oluyor ki, anlamlandıramadım. Bunu saflık kisvesi altında değerlendirebilmeyi dilerdim ama aptallık ile ikisi arasındaki farkı ayırt edebilecek bir yaşta olduğuma inanıyorum. İde belki yerine göre saf, evet. Ama İde aynı zamanda da aptal.

"Peki o halde... Tekrarlanırsa sözünü dinleyeceğimi bil... Şimdi doğru eve küçük kız..."

Ne? Küçük kız da nereden çıkmıştı? Beni sahiden küçük mü görüyordu? 

Şu diyalogta resmen çığlık attım. Ciddiyim, şuna benzer o kadar çok saçma sapan diyalog okudum ki rahatsız edici olmaktan da öte bir boyuttaydı benim için. Üstelik 31 yaşında bir adam ile 22 yaşında bir kadın. İde psikoloji dördüncü sınıfta okuyor, mezun olacak ama daha insanları tanımayı geç karakter namına tek bir temel şey göstermeyen Aslan Balkanlı'nın kullandığı sıfatı anlayamayacak kadar toy?

Bir diğer İde'den İnciler alıntısı yapmak istiyorum.

Yol boyunca tek kelime etmedim. O da etmedi. Sonunda arabayı bir binanın önüne çekti. Bakışlarımı camdan dışarıya çevirdiğimde Çocuk Esirgeme Kurumu'na geldiğimizi gördüm. Bunu gerçekten beklemiyordum. Onun buraya bağış yapıyor olduğu; bağışı geç, gelip buradaki çocuklarla ilgilendiği hiç aklıma gelmezdi.


Olayın öncesinde Aslan nereye gidecekleri ya da ne yapacakları hakkında en ufak bir bilgi vermiyor. En ufak bir ipucu bile. Ne yaptığı hakkında alıntıda da dediği gibi tek kelime etmiyor. Ama Çocuk Esirgeme Kurumu'nu gören İde, anında Aslan'ın oraya bağış yaptığını, gelip oraya çocuklarla ilgilendiğini anlıyor. Hem de binaya tek bakışıyla. Bu da akıllara şu soruyu getiriyor, ARKADAŞLAR ACABA İDE PEYGAMBER OLABİLİR Mİ?

Anlaşıldığı üzere İde anlaşılamaz bir karakter. Hissettikleri insana yapmacık geliyor, anlattığı şeyler sanki sırf anlatılmak için yaşanıyormuş gibi. Açıklayamadım şuan lakin bence üstteki örneğim bile bunu anlatıyor, tek bakıştan ve tek durumdan yaptığı çıkarımlar kitap boyu süregelen bir şey ama yerine göre de çok aptal. Eğer İde, Aslan'ın ona her iltifatından ya da hakaretinden sonra kendi kendine çocukça sorular soracak kadar aptalsa, onu zeki biri diye değerlendirip kolay çıkarım yapan bir insan kefesine koyamayız. Eğer İde insanları tek hareketlerinden çözen biriyse, bu durumda da dağa taşa "Ne? Gerçekten öyle mi? Sahiden öyle miydi?" gibi soruları sorması mantık dışı. Kısacası çelişkili durumlar silsilesi bildiğiniz.

Değinmek istediğim bir diğer nokta, kitabın ilk bölümünde de piyano çalan ve bir süre sonra bunu her gece yapmak gibi bir adet edinen Aslan'ın o büyülü piyanosu. Her seferinde bu piyanonun sesini duyan ve Aslan'ın yanına gelen de İde oluyor ne hikmetse. Şimdi şöyle bir noktaya değinmek istiyorum, bu adam annesi ve babasıyla aynı evde yaşarken gece gece nerden geliyor bu rahatlık? Hani bu piyano sesinin tılsımı yalnızca İde'ye mi ait de duyan bir o var bir türlü çözemedim. Gitar değil sonuçta ya, bildiğin piyano. Çıkardığı ses koskoca evi inletir o gecenin sessizliğinde.

Kitabın buna benzer garipsenecek başka olayları da var. Dağ başında filtre kahve içen Aslan, sadece Aslan içerken görüp onun filtre kahve olduğunu anlayan İde gibi mesela... Size kitabın fantastik olabileceğini söylemiştim, öyle değil mi? 



Açıkçası kitapta İde, Aslan'a ne zaman aşık oldu anlayamadım. Bence kimse de anlayamamıştır bunu. Bir, İde'nin o fikri aklına bile getirmediği ama adamın yoluna paspas olduğu dönem var. İki, İde'nin Aslan'a karşı olan çekimini duygusal olarak nitelemek istemediği ama adamın yoluna paspas olduğu dönem var. Üç, İde'nin Aslan'a aşık olduğunu kesinkes fark ettiği ve adamın yoluna paspas olduğu dönem var. Ha bana sorarsanız, İde'nin aşk sandığı şey afilli betimlemelerden ibaret ama bu konuyla ilgili zaten çok enteresan notlar düşmüşüm, şimdilik o bir sonraki konumuz.

Şimdi şu kitap boyunca paspas olan İde'den bahsedelim.

Bir kere kesinlikle itaatkar bir karakter olduğunu düşünüyorum ki bazı sahnelerde İde yine beni delicesine çıldırttı. Feministlik damarım bazen çok ağır basar ve bu kitapta onu sahiden yaşadım. Şimdi bir spoiler vermiş olacağım sanırım üzgünüm ama kitapta en rahatsız olduğum yeri belirtmeden geçmek istemiyorum.

Aslan ve İde'nin yakınlaştıkları bir sahne var, bu sahnede Aslan İde'nin bakire olmadığını öğrenince kudurup kızın bildiğiniz ağzına sıçıyor. Hadi neyse, diyelim erkeklik damarına basılmıştır, eyvallah. Ama ya İde? Üç dört tane özür dileme sahnesi, ağlayan İde, özür dileyen İde, Aslan'a bir kere bile sen bakir misin peki diye sormayan İde...

Erkek ve kadın eşittir. EŞİT. Kimse aptal bir zar yüzünden köpek gibi bir muamele görmeyi hak etmez. O muameleyi görüyorsa da kendini köpek yerine koymak yerine gururlu davranmalıdır, kendini ezdirmemelidir, çünkü o bir kadındır ve kadınlar en narin yaratıklardır. Aşağılanmak, ezilmek, küçümsenmek ya da hor görülmek için değil sevilmek için yaratılmışlardır. Bir kadın bir kadına nasıl suçu olmayan bir şey yüzünden özür diletir ki? Ben bir okuyucu olarak rahatsız olmuşken yazarın bunu yazmaya gönlünün elvermesi sahiden şaşırtıcıydı. Sanırım o sahneleri okurken ciddi manada sinir krizi geçiriyordum.

İde'ye olan sempatim o sahnede kökten koptu. Çünkü İde'nin giden bekareti için Aslan'dan özür dilemesi, tamamen Balkanlı'nın koca egosunu tatmin etmek adına yapılan gösteriden başka hiçbir şey gibi gelmiyor bana. Bu sanırım biraz kötü bir yorumlama şekli oldu ama kitabı okursanız sanırım ne demek istediğimi mutlaka anlayacaksınız. Aşık olmakla köle olmak arasında farklar vardır, İde hangisi? 

                          »» ««

Bazen gerçekten çok garip bir tespitçi olabiliyorum, şuan notlarıma bakarken fark ettim djkf. Bakın aynen şunu yazmışım:

"İde, insan mı yoksa ütopik bir Aslan fetişçisi mi anlamak mümkün değil. Adamla ne zaman öpüşse cümleleri mecazlaşıyor, garip betimlemeler içine giriyor. Yanıyor, donuyor, kendinden geçiyor. Aslan Balkanlı acaba sadece öpüyor mu yoksa öpmek kisvesi altında kıza ağzıyla uyuşturucu mu veriyor şüpheli. Kitabı fantastik roman sandığım zaman dilimi, toplam okuma süresinin %50'sini kaplamakta. Zaten kitabın %50'si de öpüşme."

 Bir yerden sonra -ikinci öpüşmeleri- öpüşme sahnelerini okumayı bıraktım. Çünkü resmen artık aynı şeyler yazıyor gibi geliyordu. Aslan'ın dudakları İde'yi yakıyor, İde'nin kalbi heyecandan pır pır ediyor. Aynı şeyler sevişme sahnelerinde de gerçekleşti. Bir olay anlatılırken gerçekliklerden de söz edilmeli hani ama İde maşallah, hem Aslan'ı hem de içindeki o yanmadır, donmadır, kimyasal tepkimedir, maddenin hal değişimidir, hepsini o kadar çok betimlemeye meraklıydı sahnelerin çoğunu atladım. Pişman değilim, bana da bir şeyler kaybettirdiğini düşünmüyorum.

Karakterlerin çoğuna göre de Aslan Balkanlı'nın yaptığı her şeyde haklı bir neden vardı. İde'nin yakın arkadaşlarından biri olan Çağrı'ya göre, Balkanlı'ların evindeki Dilber Teyze'ye göre. Bir an sahiden şey diye düşündüm, acaba Dünya'da mı yoksa krallarını Aslan belirleyen bir gezegende mi yaşıyorlar? Çünkü kitabın başlarında da her yerden Aslan çıkıyordu. Değişik, sadece değişik. 

Son olarak değinmek istediğim nokta da koskoca kitapta tam anlamıyla gerçekleşen olay sayısı sanırım iki ya da üçtü. İki tanesi hafif bazlıydı sanırım, birisi de bir otuz sayfalık bir şeydi. Onun dışında kitabın başlarını saymazsak kalanı cinsellik olarak değerlendirilebilir. Tamam, bu normal bir kitap için eh denilip geçilebilecek bir şeydir lakin 484 sayfalık bir kitapta eğer tutup da belli başlı bir olay, herhangi bir heyecan yoksa onu özel kılan ne vardır ki? Herkes cinsellik yazabilir. Herkes iki karakteri öpüştürerek üç sayfayı tamamlayabilir. Şahmelek kitabını diğerlerinden ayıran sanırım tek şey adıydı, sadece adı.

Puanlama yapmıyorum çünkü genelde yanlış yaparım ama 1000kitapta kendisine çoğu arkadaşımın aksine (çoğu 1/10 olarak değerlendirdi) 3 yıldız verdim. Şu yukarıda saydığım bu yorumlara rağmen neden 3 verdiğimi tam nedeniyle açıklayamam ama bir insan eğer 484 sayfalık bir kitap yazdıysa benim için emeği karşılığında iki yıldızı hak etmiştir. Üçüncü yıldızı vermemin nedeni ise sanırım bana çok değerli bir şeyi öğretmesiydi.

Bir insan sürekli iyi kitaplar okuyacaktır, her kitaptan bir hayat dersi alacaktır diye bir şey söz konusu bile değil. Bazen sadece okursun. Size de bazen sadece okumayı öneriyorum, en azından kafa dağıtıyor. Sadece bu.



0 yorum:

Yorum Gönder

Bookmark Us

Twitter Delicious Facebook Digg Stumbleupon Favorites More

Search

Ne Okuyorum?

Anna Todd - After

Recent Posts

Unordered List

Pages

Text Widget

Blogger tarafından desteklenmektedir.

Author Info

Text Widget

Instagram

Facebook

Quyinin Halkı

About the Author

featured Slider

Navigation Menu

Twitter

Like us

Popular Posts

Copyright © Quyinin Tacı | Powered by Blogger
Design by SimpleWpThemes | Blogger Theme by NewBloggerThemes.com