Ciddiyetsiz, kendine her yerde Quyin diyor ve adı Melike.

28 Aralık 2015 Pazartesi

Kızıl Kontes'in Yazarı Naime Nur Günbattı ile Röportaj


1. Yazmak sizin için tam olarak nedir?

Yazma eyleminin bir tutku olduğunu söyleyenlere tamamen katılıyorum, diyerek başlamalıyım bu yanıta. Evet, bence yazmak gerçek bir tutkudur. Öyle olmasa hiçbir menfaat beklentisi olmaksızın karakterler yaratır, onları tek boyutlu kahramanlar olmaktan çıkarıp soluk alıp veren gerçek insanlar haline getirmek için onlar gibi yer, içer, onlar gibi düşünür müydüm? Sırf olay örgüsünü daha karmaşık hale getirebilmek için bunca ter döker miydim? Sanmıyorum.


2. Wattpad'te yazmaya nasıl başladınız?

Wattpad'de yazmaya başlamam kararsızlıklarla dolu bir sürecin peşinden gelmişti. Çünkü bu platformun bir takipçisi sayılmasam da genel okuyucu kitlesinin özelliklerini biliyordum. Kitle çoğunlukla romantik komedilere gülmek ya da yine romantik aşk hikayelerine ağlamak isteyen yaş grubundan oluşmuştu. Benim hikayem bu iki standarta da uygun olmadığı için başta kararsız kalmıştım. Fakat Wattpad, okuyuculardan anlık dönütler alabilme ve hatta bir anlamda kitabı onlarla birlikte kurgulama imkanı tanımak konusunda rakipsizdi. Tekrar yazmaya başladığımda yine bu işi Wattpad'den sürdürmek istememin nedeni de budur.


3. Örnek aldığınız bir yazar var mı? Varsa kim?

Doğrusu, örnek aldığım bir yazar yok. Örnek aldığım onlarca yazar var! Okuduğum her yazardan bir şeyler aldığımı söylesem yalan olmaz. Ki bu da uzayıp giden bir yazarlar listesi anlamına geliyor. Ama bu listenin en başındaki birkaç ismi saymamı isterseniz size Orhan Pamuk, Jack London, Balzac ve Yaşar Kemal diyebilirim.

4. Kitapta geçen isimler ve yaşanan olaylar  Wattpad'teki diğer tarihi romanlardan farklı bir çizgide ilerlemiş. Bunun için ne gibi araştırmalar yaptınız ve bu kitabı yazmaya karar verdiniz?

En sık aldığım soru sanırım ki bu. İnsanlar Judith McNaught tarzı, İskoç dükleri ve İngiliz leydileri arasında geçen küçük entrikalı aşk hikayelerini Wattpad'de görmeye çok alıştığı için muhtemelen.
Mevzubahis İtalyan tarihi olunca, araştırma için kaynak bulmak pek kolay olmuyor. Sağlam bilgi veren birkaç kitap dışında, benim karakterlerim ile ilgili kaynakların çoğu leziz dedikodular ve epik efsanelerle doldurulmuş. Bu yüzden, hayli uzun bir araştırma yapmam ve her bilgiyi didiklemem gerekti ki bu, gerçekten yorucu olabilen bir işti.
Bu kitabı yazmaya nasıl verdiğime gelince... Caterina Sforza, son birkaç yıldır rol modelim ve onu uzun zamandır araştırıyorum. Hatta kitap tamamlanıp yayımlanmış olmasına rağmen hala onunla ilgili gördüğüm her yeni yazıyı heyecanla okuyorum. Kızıl Kontes'in yazımı, böyle uzun bir araştırma sürecinden sonra başladı. O döneme ve Caterina hakkındaki neredeyse her şeye artık vakıf olduğumu fark ettiğimde bildiklerimi insanlarla paylaşmak istedim. Hoş, benim kurgum çoğu zaman daha öne geçmiş olsa da kitap, en azından okuyanlarda araştırma isteği uyandırmayı başardı ki kitabı yazmaya başlarken de amacım buydu. "Bu muhteşem kadını siz de tanıyın!" demek istemiştim ben. "Gerçek bir dişi kaplan nasıl olur görün! Beş yüz yıl önce, erkeklerin dünyasında ayakta kalmaya çalışan korkusuz bir kadının gerçek hayat öyküsünü öğrenin!" Bunu biraz bile olsa başarabildiysem ne mutlu bana.

5. İlerleyen günlerde başka bir kurgunuzu da kitaplaştırmak ister misiniz?

Elbette isterim. Aklımın içinde bir yığın fikir var ve bunlardan oldukça uzun soluklu olan bir tanesi hemen hemen netleşmiş sayılır. Kendim için ayırabileceğim bir parça zamana sahip olmaya başladığımda yazmaya da başlayacağım.


6. Tarihe olan bu sevginiz okuyucular kadar bizim de dikkatimizi çekti. Bu sevginin kaynağı ne?

Öncelikle, sizin de söylediğiniz gibi, tarihe büyük bir sevgi duyuyorum. Hatta tarih, bu hayatta en sevdiğim şey diyebilirim. Neden bu denli sevdiğim konusunda söyleyebileceklerimin ise ne başı var ne de sonu... İçinde yaşadığım çağdan haz etmemem asıl sebep olabilir. Ya da çağımızı sevmememin nedenleri tarihi sevmemin nedenleri olabilir. Malum, günümüzde her şey sentetik, samimiyetten uzak ve standart. Savaşlar devam ediyor ama insanlar düşmanlarının karşısına geçip onlara kılıç doğrultmak yerine daha dolambaçlı ve daha az mertçe olan yollara başvuruyor.
Şimdi anlaşılır bir somutlama yapmak gerekirse -hemen hemen herkesin okumuş/izlemiş olduğunu düşünerek- gözünüzde Katniss Everdeen'in dünyasını canlandırmanızı tavsiye ederim. Bence tarihe konu olmuş herkes, imparatorlar, krallar, soylular ya da komutanlar, arenaya terk edilmiş birer "haraç". Yaşamını sürdürebilmek için diğer haraçlarla müttefik olması ya da onların yaşamını sonlandırması gerek. Bu açıdan, entrikaları ve kanlı mücadeleleri ile tarih benim için her zaman çekici ve eğlenceli oldu. Ve muhtemelen, öyle olmaya da devam edecek.

17 Ağustos 2015 Pazartesi

[İskambil Kartları Blog Turu #9] Hep Lunapark - Bahadır Cüneyt Yalçın



Ve sahne: İrfan Yunus ve ailesinin Balkara şehrinde işlettiği naif lunapark. "Hangi lunapark bir uydu fotoğrafına doluyken yakalanmışsa oralıyım ben" cümlesinin müellifi İrfan. 

"Burada çocukluk değil manyaklık ortaya çıkar" sözünün sahibi Zafer. "Lunaparktaki sese ve ışığa savunma geliştirmeye çalışan sinir sistemi dert çekmeye vakit bulamaz" diyen, pembe ojeli parmaklarıyla hayal perdelerini parçalayan Ayşegül. Dönmeli, hoplamalı, ışıklı bir eğlence köyü. 

Ölmüş meşhur şarkıcılara mektuplar yazan safiyet ehli Mustafa, bir varoluş biçimi olarak bayılan Narine, kumarbaz Savaş, fettan Alev, dövüş ustası bir dondurmacı. Deniz kaplumbağası, peruklu balerin, şaşı ahtapot ve belgesel kameraları…

Ne demişler: Roket yükselmeye inanır. Rüzgâr hep kazanır, tül hep kaybeder. İşte huzurlarınızda; yükseliş, alçalış, merkezkaç ve Newton. Acı, avantür, komedi ve sürpriz. Bahadır Cüneyt Yalçın, Mütevazı Bir İntikam'ın ardından Hep Lunapark ile yeni edebiyata bir kez daha kahkaha ve sevgiyle selam çakıyor. 

"Biz ancak kimsenin kaybetmediği bir ringte kazanabiliriz."


 Öncelikle kitabı okurken sadece kendi şarkısı olan Yok Öyle Kararlı Şeyler'in Ah Lunapark'ın dinledim. Bu şarkı, YÖKŞ'nin kitaba özel yazdığı bir şarkı ve o kadar güzel ki. Kaç gündür dilime dolandı durup durup, "Atlı karınca, haklıydı kendi aklınca." diye bağırıyorum evin içinde. Dinleyin diye hemen alta bırakıyorum.


Yahu bu kitapta çok farklı bir şey vardı. Tamam, ben de sürekli genç kitapları okuyan bir insan değilim Türk yazarları da sık sık okuyorum ama daha önce böylesine değişik bir kalemle karşılaşmamıştım. Bahadır Cüneyt zaten Afilli Filintalar'da adını gördüğüm bir yazardı ama daha önce hiç okuma imkanım olmamıştı. Pişman oldum. Bu kitapta lunapark işleten bir Türk ailesinin hayatı olabilecek en içten ve en esprili şekilde yazılmış. Öyle okunup geçilecek kitap yazmak çok kolaydır ama üstünde durup düşünülecek satırlar yazabilmek çok az yazara bahşedilmiş bir lütuftur. Cidden daha bu kitabı anlatmak için daha ne diyebilirim bilmiyorum.

Kitap Zafer'n, yani lunaparkın sahibi İhsan Yunus'un oğlunun ağzından anlatılıyor. Fakat Zafer tam bir üçüncü şahıs gibi anlatıyor çoğu zaman olayları, orada olduğunu zar zor fark ediyorsunuz. Cinayet-polisiye okumayı seviyor, oldukça ince de bir mizah anlayışı var. İşte bu da benim Zafer'i sevme nedenim. Yine de favori karakterim Mustafa, yani Zafer'in dayısı. Çok naif, biraz içine kapanık birisi. Lunaparktaki kaplumbağayla konuşup bir de mektuplar yazıyor. Zeki Müren, Elvis Presley ve daha nicesine. Sayesinde bilmediğim çok fazla şey öğrendim. :D

Bahadır Cüneyt Yalçın cidden genel kültürü çok geniş bir insan, bahsettiği şarkılar, kullandığı kelimeler, anlattığı ünlüler olsun. Cidden hayran olunası birisi, kalemi o kadar özgün ve güzel ki. Aşağıya çok hoşuma giden bir şiirini bırakıyorum. Bende Mustafa gibi bir ünlüye mektup yazmak isterdim ama o kadar çok düşünmeme rağmen aklıma hiç kimse gelmedi. En iyisi biz bu işi ona bırakalım :')

Bir kitap aldım, bir koku,
Seni sordum.
Bir nefes, bir öksürük,
Kendimi ezip söndürdüğüm küllük,
Hep o usulca sesin.
Klasik kuğulara hiç güvenmem,
Boynunu andım.
Hastaneler temaruz taarruzunda,
Bahar da gelemez bazen.
En iyisi, bir kitap okudum.
Kıpırdama, sinek korkuyor.
Bu sır çok kısa, sıkı dur:
İlk selam son kelimeyi fısıldar, daima.
Ama seni bildim,
Ama umut centilmenin standardı.
Elmayım, soydular mektup bıçağıyla,
Görmediler de feci utandım.
İnandın mı duyduğuna?
Şimdi adını saklarken aç biilaç,
Sen evini seç, ben canavarı oyalarım.

Not2: Facebook ve Instagam çekilişlerimizi katılmayı unutmayııın!
Not2: Yazarın Afilli Filintalar'daki yazılarına bir bakın derim. ;)


3 Ağustos 2015 Pazartesi

[İskambil Kartları Blog Turu #8] Vahşi - Sally Green

Bela'yı beğenmeyen, eksikti bu diyen, ya beni reading slumpa soktu diye yakınan; evet, hepsi bendim farkındayım. Ama Vahşi... YA BU KİTAP ÇOK GÜZEL BİR ŞEYDİ.

İlk kitap yarı ak yarı kara olan Nathan'ın bir kafese kapatılması, daha sonra kaçarak gücünü bulmaya çalışmasını anlatıyordu. Ve ikinciyi okuduktan sonra birinci kitabın olayları oturtmak ve Nathan'ı tanımaya yönelik yazıldığını düşündüm. Ne kadar doğru bilemem, yazarın da bu amaçla yazmış olduğunu sanmıyorum ama Vahşi; Bela'dan sonra çıtayı o kadar yükseltti ki Bela bir kompozisyonun iki-üç cümlelik giriş kısmı gibi kaldı.,

Kara ve Ak cadıların arasındaki çatışma aslında bana pek çok yerden tanıdık geliyor. Ak cadıların, kara cadılara yaptıkları şey soykırım ve bu beni Kara'ların tarafında olmaya itti. Tabi bu biraz da deli dehşet Marcus hayranlığımdan kaynaklanıyor.

Sally Green'in bir özelliği varsa sonları çok potansiyel bir yerde bırakıyor. Gerçi kadının daha 2 kitabını okuyabildim ama bu serinin üçüncü kitabı çıktığı gibi alacağımdan emin olabilirsiniz. Keşke öyle bitmesin dediğim bir şekilde bitti ama yine de... Of. Spoiler vermeyeceğim.

Tek sorun kitap sayfalarının olması gerekenden fazla ince olmasıydı. Kağıt bildiğiniz okul kantinlerinde tostu sardıkları kağıt gibi. Yanlışlıkla iki sayfayı yırttım ben mesela cidden çok üzücü. Bela'nın sayfa sayısı Vahşi'den daha az ancak Bela daha kalın görünüyor komediye bakar mısınız. Neyse ne, bir kitabın tek sorunu varsın sayfa kalitesizliği olsun hjfklş.

Instagram ve Facebook'tan, Bela ve Vahşi çekilişimize katılmayı unutmayıııın! :D

24 Temmuz 2015 Cuma

[İskambil Kartları Blog Turu #7] Bela - Sally Green

Bela, Bela, Bela.

Her yerde öve öve bitiremedikleri ve arka kapak yazısını kitapçıda defalarca okumuş olmama rağmen konusu hakkında hiçbir fikir edinemediğim ve tur kitabımız olmuş Bela.

İnsanı böyle iki kelimelik cümlelerle şoka sokan bir yazar vardı okuduğum, birisi Labirent serisinin yazarı James Dashner ve şimdi de ikincisi Sally Green oldu. Taktiği kaptım ben arkadaşlar. Cümleleri kısa kes. Düşüncelerini belirt. Ama az. Herkes bilmesin. Çok az. Ve kapının arkasında. Orada. ÖCÜ VAR BÖÖ!

Bakın korktunuz jfkldşşflk

Tamam, her neyse.

Bu yorumu diğer yorumlarıma nazaran kısa tutacağım çünkü kafamı toparlayamıyorum doğru düzgün, belki bu yüzdendir de bilmez ama kitapta herkesin övdüğü kadar güzel bir şey bulamadım ben. Belki beklentim çok yüksekti, belki şu reading slump halleri yüzündendi bilemem ama kitabın son kısmı hariç her yerini bunalarak, daha büyük bir atraksiyon bekleyerek okudum. Karakterleri sevmedim, var olan dünyayı bu kadar açıklamasız bırakmasını sevmedim, sebepsiz yere olan şeylere anlam veremedim. Ama sonunda beklediğim bir olay gerçekleşti sırf o yüzden ikinci kitabı okumak istiyorum. Yine de
dediğim gibi, yaratılan dünya ya da var olan dünyada cadıların kurduğu düzen çok boştu. Böyle çok daha fazlasın bekledim sanırım bu yüzden de pek beğenemedim.

Yine de, yiğidi öldür hakkını yeme derler; kurgu orijinaldi, Benim ruhani bunalımlarıma rağmen bile akıcıydı kitap. Bu kadar yermeme rağmen 10 üzerinden 7 puan verdim ve bunun nedenini bende anlamadım lgşlmfg. Ya kitap güzel, cidden güzel. Ama beni bunaltan çok noktası vardı, onlar da biraz kitabın güzelliğinin üstüne kum serpti ben de övebileceğim noktalarını tamamen unuttum. Benim rezilliğime vurun ve siz kitaba bir şans verin. Bu kadar beğenen olduğuna göre bence pişman olmayacaksınız.

Bela ve Vahşi çekilişimize katılmak için Facebook sayfamıza ve Instagram hesabımıza uğramayı unutmayın! :D



2 Temmuz 2015 Perşembe

[İskambil Kartları Blog Turu #6] Süper Dadı - Betül Güçlü


Süper Dadı'yı bitireli yaklaşık beş dakika oldu, yorumu şu kitap bittikten sonraki hepimizin de gayet iyi bildiği buruk gülümseyi takınmış olarak yazıyorum.

Âşıksanız;
 Dağları delebilirsiniz, “Ferhat” derler
 Çölleri aşabilirsiniz, “Mecnun” derler
 Canınıza kıyabilirsiniz, “Romeo” derler
 Ya iki küçük sevimli canavarın tüm sorumluluğunu alıp, kalplerini çalar ve oradan sevdiğiniz kadına ulaşmayı başarırsanız?
 İşte o zaman, “Süper Dadı” derler. 
 Efran’ın verdiği zorlu, eğlenceli, acılı ve sevimli mücadeleyi okurken aşk uğruna girilebilecek en güzel sınavlardan birine şahit olacaksınız. 
 Beril, Baler, Sare ve Efran’ın “aile”si sizi de aralarına alacak kadar sevgi dolu; gerçek bir aile olmak için kan bağından daha fazla ihtiyacımız olan tek şey de bu.

Şimdi değişik isimleri birbirine karıştırmayasınız diye -ben okumadan önce karıştırdım çünkü- önce bir açıklama yapıyorum.

 Beril: Anne
Baler: Erkek çocuk
Sare: Kız Çocuk (Ve parıltılı ponyler ülkesinin prensesi hfjf)
 Efran: Süper Dadııı!

Hikayemiz, Beril'e aşık olan Efran'ın bu dışarıdan oldukça soğuk görünen ve kendine hiçbir erkeği yaklaştırmayan bu kadının sevgisini kazanmak ve ona daha yakın olabilmek için Baler ve Sare'nin dadısı olmak için başvuru yapmasıyla başlıyor. Dadı olmak yeterince zorken, Baler ve Sare'nin dadısı olmak... İşte o özel güçler gerektiriyor.

Süper Dadı, Wattpad'ten çıkmış bir kitaptı ama buna rağmen okumaya nedensizce çok nötr başladım ve bunun da büyük bir etkisini gördüm. Bir kitaba nasıl yaklaşırsanız öyle ilerliyor isteseniz de istemeseniz de, kötü olduğunu düşünerek başladığınız bir kitap ortalama çıksa bile size kötü geliyor ve ortaya çıkan düşünceler sağlıksız oluyor. Bunun için objektif başlayabilmek benim için bir lütuftu ve bu lütuftan da oldukça faydalanadım.

Bir kere karakterler beni sıkmadı. Oysa böyle sevgi kelebeği kitap karakterlerinden kendim asla olamadığım için o kadar da hoşlanmam ama bu sevgi kelebeğinin bu defa minik bir kız olması beni cezbetti.

 Sare... Ya Sare... Okuyan herkesi kendine hayran bırakabilecek bir minik. Küçücük çocukların bile karakteristik özelliklere sahip olması çok hoşuma gitti. Konuşma şekilleri olsun, davranışları olsun. Alıştığımız çocuklara pek benzemselerde aşırı tatlılardı. Efran, Baler'in yanaklarını sıkmak istedi ben de istedim; Beril, Sare'yi öpmek istedi ben de istedim. Çocuk sevgisini bu kadar güzel işleyebilmesi gerçekten de çok hoş. Kendi yeğenimin doğmasına çok az bir zaman kalmışken bunu okuyunca iyice bir çocuk aşkıyla doldum ya kesinlikle güzel bir histi. 

Süper Dadı, Müptela yayınlarının ilk ciltli kitabı ve gerek cildindeki kapağı olsun gerek onu çıkardığımızda altında kalan o beyaz kısım olsun bence çok güzeldi. Cildi çıkarttıktan sonraki görüntüsü Kurucunun Kızı'na benziyor ama o kadar güzel ki sanırım bundan 6374 tane daha bassalar yine beğenirim. 

Ayracı olsun, kitabın içindeki resimler olsun hepsiyle gayet orijinal görünen bir kitaptı ve tamamen sıcacıktı. Süper Dadı için kullanabileceğim en doğru kelimedir sanırım sıcak, insanı içine alıyor, sıkmıyor ve ve koşulsuz sevgiyi de doğru bir şekilde işliyor. Şu hiçbir şey okuyamadığınız dönemlerde ihtiyaç duyduğunuz kitap tam anlamıyla bu, akıcı ve insanı yormuyor.

Alın ve okuyun sadece diyorum hdjks Bir de eğer aman yok ben alamam diyorsanız Facebook ve Instagram çekilişlerimize katılmak için yazıların üstüne tıklamanız ve şartları yerine getirmeniz yeterli. Bir sonraki turda görüşmek üzere! :D


21 Haziran 2015 Pazar

[İskambil Kartları Blog Turu #5] Amozon Efsanesi Üçlemesi 1 | Zincirlenmiş Kalpler - Büşra Toraman


Gerek Büşra Toraman hayranları olsun gerek fantastikseverler olsun merakla beklenen kitabımız Zincirlenmiş Kalpler'in turunu yapma şerefi, İskambil Kartları olarak bize kısmet oldu. Yine şanslıyız anlayacağınız. :D

Biliyorsunuz Ephesus Yayınları şu sıralar ciltli kitaplara farklı bir boyut getirdi, şu kapak kısımlarını rengarenk basıyorlar. (Açıklayamadım kendimi  ya hfjkgh O kısma ne ad veriliyor ki Allah aşkına?) Ve yani... Of sizce de çok mükemmel değil mi? Zincirlenmiş Kalpler'in kapağına zaten ölüyorum, bir de cildi çıkardıktan sonra içinden böyle müthiş bir saks mavisi çıkınca az daha kalp krizi geçiriyordum. Masaya koyup saatlerce fotoğrafını çekebilirim sanırım. Bir kitabı en çok içerik açısından beğenirsiniz, belki yazarın kalemine hayran kalırsınız, sayfa kalitesini onaylarsınız, kapağına bayılırsınız... Ben kitabın fotojenikliğine vuruldum arkadaşlar.

Büşra Toraman'ın fantastik dalında aldığı övgüller belli olunca, kitabı elime aldığım gibi okumaya başladım. Hatta biz tur grubu olarak da oldukça mutluyuz, satışa sunulduğu gibi bize yollandığı için birçok kişiden önce bize ulaştı. Şuan aldığımız duyumlara göre internet sitelerinde neredeyse tükenmiş bile, biz şanslı takımız anlayacağınız.

Kitap, karizmatik FBI ajanımız Gregg Reese'in  sekiz yıl önce acı bir şekilde ayrıldığı Blacksburg'e, üniversite cinayetlerinin sırrını çözmek ve katili yakalamak için geri dönmesiyle başlıyor. Olayı daha yakından inceleyebilmek için üniversitede eğitim görevlisi olarak göreve başlamasına rağmen cinayetler ile ilgili ne bir ipucu, ne bir kanıt bulabilen Gregg, tam bir çıkmaza düşecektir. Ta ki hayatına birden giren vahşi Amazon kızı Aleka ile karşılaşana kadar.

Zincirlenmiş Kalpler'in yaklaşık ilk 150 sayfasını okuduğumda kitabın ana temasının bir cinayet olduğunu düşünüyordum fakat daha sonra gelen olaylarla düşüncelerim çok başka yerlere gitti. Sanki ilk baştaki cinayet olayı, seriye sadece giriş için ayarlanmış gibiydi. Hani bir hikaye yazarken büyük olayı patlatmak için önceden yaşanması gereken küçük olaylar vardır ya, kitapta bu çok güzel işlenmişti. En başta, "Bu ikisini nereye bağlayabilir ki maksimum?" derken sonlara doğru cidden şok oldum. Siz de okuyun, siz de olacaksınız...

Bir Türk yabancı karakterlerle hikaye yazdığında kültür farklılıklarından dolayı ortaya absürt şeyler çokça çıkabiliyor. İnanın, buna kendim de şaşırdım, ZK'da bir kere bile o absürtlüğe rastlamadım. Hatta bir ara kapağı çevirip Büşra Toraman yazıp yazmadığını yeninden kontrol etme ihtiyacına girdim, yabancı bir yazar gibi konuyu bu kadar profesyonel bir şekilde ele alabilmesi gerçekten takdire değerdi. 

Kitapta beni rahatsız eden tek nokta dış görünüşleri hakkında pek bir fikir elde edememekti. Tabi Aleka'nın kitap boyunca bahsedilen alev dövmelerini kast etmiyorum, Cleite'i, Glauce'u, Gregg'i... Dış görünüşleri hakkında net bir izlenime kapılabilmek için kitabın birkaç bölümünde okumanın gerekli olduğunu düşünürüm çünkü bilinçaltıma o şekilde yerleşiyor ama ben, zavallıcak; Gregg'in ela gözlü olduğunu sadece bir yerde okuyup kitap boyunca, "Greeeeeggg eeelaaa gööözlüüüğ" diye kendime hatırlatma yapmak zorunda kaldım. Bu çok da büyük bir sıkıntı değil, ama biricik yazar yorumlarımızı merak ettiğini söylediğinde bu noktaları da es geçemeyeceğimi fark ettim. Seri daha uzun arkadaşlar, her kitapta düzeltilen bir nokta 3. kitapta mükemmelliyeti doğurur diye düşünüyorum.

Kısacası, çoğunluğun almak için delirdiği bir kitap olduğunu bilsem de yine de tavsiye etmekten geri durmayarak, alın ya kitabı diyorum. Alta kitaptan bayıldığım bir bölümü ve tasarımcımızın -Ellerin dert görmesin Serhat- emeği olan o mükkemmel alıntıları bırakıyorum. Kendinize iyi bakın, yeni turda görüşmek üzeree! :D








5 Haziran 2015 Cuma

[İskambil Kartları Blog Turu #4] Gece Gezginleri Jacob - Jacquelyn Frank

Geldik İskambil Kartları olarak 4. turumuz olan Gece Gezginleri Serisi'nin ilk kitabı Jacob'a.  Gece Gezginleri serisi yurt dışında Nightwalkers adı altında yayınlananmış, her bir kitabı Jacob'da da görüldüğü üzere ana karakter olan erkeklerin ismini alan böyle uzuunca tatliş bir seri. Biz de Pegasus Yayınları'nın sponsorluğunda bu seriyi Türk kitap kurtlarına tanıtma şerefi ilk bize ait olsun istedik, aldık elimize haşmetli Jacob'ı. 

Yandaki kapak, Jacob'un orijinal kapağı ve ben bu kapağıyla Türkiye'de yayınlanmadığına müthiş sevindim. Tur grubu olarak bizim elimize kargoyla ulaştı, belki bazılarınız için de bir sorun teşkil etmez ama kitapçıya gidip şu kitabı eline almaya utanacak olanlar vardır. İnsanları bilirsiniz, sadece dışarıdan bir bakış atıp sizi yargılamaya bayılırlar. Ha ben bu konuda kusursuz bir insanım diyemem ama yine de bu tip şeyler oldukça saçma geliyor. Dilerim ki serinin diğer kitapları da kendi kapaklarıyla değil de bu şekilde satışa sunulur.

 Jacob, 700 yaşına merdiven dayamış en yaşlı iblislerden biri ve aynı zamanda da bir İnfazcı. İblislerin insanlara aşık olmaları iblis yasalarına göre kesin bir şekilde yasak ve bu yasanın uygulanmasını sağlayan kişi de kadim İnfazcı'mız Jacob! Adalet yargısı dillere destan, yakışıklı mı yakışıklı, iblislerin gözünde bir canavar bu Jacob, göreve getirildiği 400 küsür seneden beri hiçbir insan dişisinin etkisine kapılmamıştır. Ta ki Isabella'ya dokunana dek.

Şimdi bu anlattıklarımla ön yargıya kapılanlar olduysa onların bir kısmını kenara atsın. Tamamını demiyorum bak, bir kısmını. Çünkü kitap ön yargıya çok müsait bir durumda. Kabul ediyorum, ben de tamamen objektif olarak başlamadım okumaya. Hatta baş kısımlarında "Çok mantıksız, neden, hani iblisler kötüydü, neden kimse değil de Isabella?" diye çok homurdandığım oldu ama kitabı bitirmeden net bir yargıya varmamak gerekiyormuş. Devamında kitabı gerçekten sevdim, sürükleyiciydi, merak ettiriciydi. Birkaç yerinde anlayabilmek için iki kere okuduğum zekice espriler vardı, yerine göre de komikti.

Sansasyon yaratacak bir kitap diyemem ama kuru kuruya romantizm de bir yere kadar sarıyor insanı, ben böyle içerisinde fantastik ögelerin de olduğu aşk hikayelerine bayılıyorum ben. Yazarın ülkemizde yayınlanan ilk kitabı -23 kitabı var da maşşaallah- buydu ve ben diğer serilerini de çok merak ettim bu kitaptan sonra. 

Pegasus'un en son okuduğum kitabı Labirent serisiydi ve ondan sonra Jacob'u okumak için açtığımda puntoları görünce kalp krizi geçiriyordum. 335 sayfa ama eğer ki Labirent'in puntosuyla ve aralıkalarıyla basılsaydı rahat bir 500 sayfa ederdi. Şimdi bu kıyaslamayı neden yaptın Quyin derseniz, böyle küçük puntolu ve satırları arasında böyle az aralık bırakılan bir kitaba göre oldukça hızlı okunuyordu, bu beni şaşırttı. 

Kitapta cinsel sahneler ağırlı olmasa da 5-6 kere yer alıyordu ve ben kadının kalemini o noktalarda çok beğendiğimi fark ettim. Normal cinsellik kitaplarında artık hepsi sanki birbirinde bakıp yazıyormuş gibi bir hisse kapılıyordum ama tabii onları da suçlayamam, iki insanın birleşimiyle bir İblis'le bir... 

Neyse işte. Olsun o kadar dedirtti. Duygular yoğundu anlayacağınız ghjklş. 

"Isabella!" Kızgın bir sesle konuşuyordu ama sonunda kahkahasını bastıramadı.
"Bana cevap verecek misin vermeyecek misin?"
"Bana soru mu sormuştun ki?"
"Sana evlenme teklif ettim sanırım."
"Ah... Önümde diz çöktüğünü filan hatırlamıyorum hiç," dedi Jacob.
"Bak, modern bir kadın olabilirim ama bu biraz aşırıya kaçıyor. Elmas yüzük de istersin sen şimdi."
"Aslında, bana zümrüt daha çok yakışır," diyerek gülümsedi Jacob.


Eğer kitaba 10 üzerinden bir puan vermem gerekirse bu 7 olur. 10 verebileceğim kadar "Muhteşem" değildi, 9 verebileceğim kadar "Harika" değildi ve 8'i de konduramadım. Yine de 7 bence bir kitabı okumak için çok geçerli bir puan, kütüphanenizde bulunmasını tavsiye ederim. Tabi Facebook  ve Instagram çekilişlerimize üstlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz. Katılım şartlarını yerine getirdiğiniz takdirde, Jacob neden sizin olmasın? 

Şimdi sizi İskambil Kartları olarak Jacob için seçtiğimiz şarkılarla baş başa bırakıyorum. Bir sonraki turda görüşmek üzeree!
        
  #1 Banks- Waiting Game

#2 Blue Foundation - Eyes On Fire

#3 Zella Day - Hypnotic

#4 Laurel - Fire Breather

#5 Nina Sublatti - Warrior

#6 Another Girl - Wild Belle

1 Haziran 2015 Pazartesi

[İskambil Kartları Blog Turu #3] Uykusuz - Ayça Güçlüten

Yeni tur zamanı geldi, okulun son noktalarına yaklaşıldı, son sınavların çilesi, not yükseltme çilçilesi derken yorgunluktan gözümün önünü göremeyecek hale geldim. Yaz geldi, pilim bitti kısacası. Bu sıcaklar insan sağlığına zararlı yahu, vallahi hamama gitsem bu kadar su dökmezdim. Küresel ısınımanın canı cehenneme, ozon tabakası bizim her şeyimiz!
             Anladığınız üzere, çok berbat bir ruh hali içerisindeyim.

 Kitabın öncelikle dışından içine doğru gitmek istiyorum, kapağı tek kelimeyle "muhteşem". Hani üstüne ne denilir hiç bilmiyorum. Postiga'yı bu konuda tebrik ediyorum, kendilerinin en en en beğendiğim kapağı ve sahiden bir yaratıcılık ürünü. Yapmaya çalıştıkları şey çok şık, kitabın kapağındaki tonlamalar inanılmaz. Hani ilk elime aldığımda kapağıyla epey bir bakıştık. Bir sanal ortamdan şöyle bir incelemek var, bir de eline alıp detaylarına bakmak var. Elime ilk aldığım andan itibaren kendisi kütüphanemdeki kapağı en güzel kitap olma şerefine erişti. Bir paragraf boyunca kapağına metiyeler düzmemden anlayacağınız üzere, sırf kapağı için bile alabilirdim bu kitabı yani düşünün öyle bir beğenme bendeki.

 Arka kapakta yazan yazıdan tutun, kitabın ilk sayfasını açtığımda okuduklarıma kadar kitap ilk başta bana oldukça ütopik gelmişti, hani nasıl desem, çok farklı bir boyuttan yazılmış gibiydi. Cümleler çok ilginçti, insan bir sonraki sayfayı çevirip "Acaba bunu nereye bağlayacak?" diye düşündürüyordu ama gel gelelim ki böyle merak uyandırıcı olaylar tüm kitapta devam ettiği için bir yerden sonra umutsuzluğa kapılmama neden oldu. Karmaşık olaylar bir yere bağlanmayacaktı, ana karakter düşündüklerini düşündüğü için değil de bizi kandırmak için düşünüyor gibiydi.

 Böyle bir kitap... Nasıl yazılabilir ki? Sanki insan düşüncelerinin karmaşıklığını anlatmak ister gibi ama bir o kadar da karmaşık ki insan anlamak istemiyor.

 Ana karakterimiz Levent'in dünyaya bakış açısını (?) okuyoruz kitap boyunca ve hani Levent gerçekten beni bir şeyleri düşünmeye iten bir karakter oldu. Olumlu şeylerden ziyade, olumsuzları. Sanırım bu kitabın kapağına bir uyarı konulmalı, "Dünyayı toz pembe gören insanlar okumamalı." diye. Çünkü karamsar bir kitap ve toz pembeleri bir anda grileştirebilirmiş gibi hissettiriyor. Bunun iyi bir şey olduğunu düşünmüyorum ama yiğidi öldür hakkını yeme demişler, böyle bir kitap boyunca bu tür olumsuzlukları ele alabilmek bir yetenek olarak kabul edilmeli. Yazarın değişik bir zekası olduğu inkar edilemez. Oturup biraz düşündüğümde kitapta ekspresyonizm ve sürrealizm gibi farklı fikir akımlarını anımsar gibi de oldum. Bu Levent'in bilinçaltı ve rüyalarının kitapta oldukça geçmesinden ve ruhsal durumlarının çok detaylı anlatılmasındandı.

 Uykusuz elimize, neredeyse Hayallerim Ruhumu Öpüyordu turunun sonlarına doğru geldi. O kadar erken gelmesine ve bu kadar minik bir kitap olmasına rağmen yine de şıp diye okuyup bitiremedim. Bu bence kitabın ağırlığına bağlıydı, mecazi olarak. Yine de sonundan da tam olarak sonundan da bir çıkarım yapamadığımı belirtmek isterim. Umarım anlayan biri çıkar da bana da anlatır, ne diyeyim.

 Kitapta mükemmel ötesi alıntılar vardı. Altlarını çizmekten kalem tükenmiş bile olabilir, ben size o kadar diyeyim, satırların kenarlarına bırakabildiğim kadar bıraktım.

Bazı aksilikler yüzünden gecikmesine ve hatta tur bitmesine rağmen bu kitabı yorumsuz bırakamazdım, eh, sonuç olarak da bırakmadım.

Benden bu kadar, beğendim ya da beğenmedim diye net bir ifadede bulunamam artık sıra sizin tercihinizde.

17 Nisan 2015 Cuma

[İskambil Kartları Blog Turu #2] 15 Saniye - Andrew Gross




Orijinal adı: 15 Seconds
Yazar: Andrew Gross
Sayfa sayısı: 436
Yayınevi: Arkadya

Size ikinci turumuzda görüşmek üzere demiştim, bakın hemencicik de geldi çattııı!

           



Bütün hayatını elinden alması için 15 saniye yeterdi…

Ancak ölüm kadar basit bir sonun peşinde değildi. Peşinde olduğu, hayatından çok daha fazlasıydı. Ne de olsa atacağı her adımı avucunun içi gibi biliyordu. Başarılı doktor Henry Steadman konuşmacı olarak katılacağı konferansa doğru yol alırken birkaç saniye içinde başına geleceklerden habersizdir. Kırmızı ışıkta geçtiği gerekçesiyle polis tarafından durdurulduktan sonra sorgulamanın boyutu da değişir. Belediye binasında ne işi vardır? Beraberindeki kadın kimdir? 

Henry neyin içine düştüğünü anlayamadan olay yerine bir araç yaklaşır ve açılan ateşle polis memuru öldürülür. Görgü tanıklarına göreyse katil doktordan başkası değildir. Başka bir cinayetin de üzerine yıkılmasıyla soğukkanlı bir psikopatın, dâhice kurguladığı bir labirentin içinde sıkışıp kaldığını anlayacaktır. 

Üstelik söz konusu olan artık yalnızca kendi hayatı değildir. Sevdiklerini kurtarmak için bu oyunu oynamak zorundadır. Oyununsa tek bir kuralı vardır: Hayatta kalmayı başar ve asla teslim olma.


Şu blog işine giriştiğimden beri adetim haline geldi, ne zaman bir kitaba yorum yapacak olsam öncelikle adını Google amcaya yazıp iki saat onlarla ilgileniyorum. 15 Saniye'den açıkçası çok umutluydum ve bu umudumu boşa çıkarmadı, Allah razı olsun mu denir ne denir jkglh.

Kitapyurdunda bir yorum gördüm, "Kitabın ilk 100 sayfasını karakterler, kalan 300 sayfasını siz yaşıyorsunuz." diyordu. İşte sanırım kitabı açıklayabilecek en mükemmel cümle budur arkadaşlar, bunun  üzerine daha fazla ne yazabilirim bilmiyorum. İlk elli sayfa boyunca olayların serim kısmıyla karşılaşıyoruz ve 400'e kadar olaylar o kadar müthiş bir şekilde düğümleniyor ki cidden karakterin yerine siz umutsuzluğa kapıldığınızı fark ediyorsunuz.

Kitap hakkında katilin hemen öğrenilmesi sonucunda heyecanın kaçtığını savunanlar olmuş, ben aksine bunun olayı daha da ileri bir seviyeye taşıdığını düşünüyorum. Çünkü nasıl desem... Bu katil pek de alışık olduklarımızdan değil.


Bir açıdan baktığımızda cinayet-polisiye gibi görünse de ben bu kitabı bir kategori içerisine alsaydım bu kesinlikle aksiyon olurdu. Aksiyon kitaplarını da müzikle okumanın ne kadar harika olduğunu bilirsiniz, bunun için size İskambil Kartları olarak bir playlist hazırladık, buradan veya Facebook sayfamızdan ulaşabilirsiniz hjgkld.
,
Arkadya Yayınlarının benim sahiden de çok orijinal bulduğum bir şekilde her kitap ayracında bulunan püsküllerden haberiniz olmalı, onlarladan elbette ki bu kitapta da vardıııı! ^^  Onlarla oynaması sizce de çok zevkli değil mi, bayılıyorum ben şahsen.
Kitabın orijinal kapaklarını araştırdığımızda karşımıza iki adet görsel çıkıyor ama ben "Orijinal kapak her zaman daha iyidir."  yargısını sevmeyenlerdenim. Bunu kanıtlamak adına da yurtdışı kapaklarını hemen iki yana bırakıyorum, haksız mıyım yahu? Açıkçası ben Türkçe kapağının diğerlerine açık ara fark attığını düşünüyorum. Kitabın adını içeriğiyle o kadar da bağdaştırdığım söylenemez ama kitabın kapağıyla adı harika bir uyum içerisinde şimdi, o bir gerçek. Bunun için Arkadya Yayınları'nı tebrik etmek istiyorum. 

Genel bir toparlama yapmam gerekirse, okumanızı tavsiye edeceğim bir kitaptı. Bakmayın +400 olmasına, puntoları okumanızı çok daha kolay bir hale getiriyor. Ne göz yoruyor, ne de sizi sıkıyor kitap. İki günlük bir çerez bile diyebilirim. 

Şaşırıyorsunuz, özellikle kitabın başında "O da mı gelecekti başına vay Dr. Steadmaaan..." cümlesi favorilerim arasına yerleşimişti, ana karakterle birlikte bir girdaba sürükleniyorsunuz ve çıkmak için tek bir ipucuna sahipsiniz. Son zamanlarda okuduğum en sürükleyici romanlardan biriydi. Değer verdikleriniz için göze alabilecekleriniz, kaybedişleriniz, umutsuzluklar... 

Andrew Gross'un üslubuna bayıldığım söylenemez, kitapta betimlemelerle, içsel tasvirlerle çok karşılaşamazsınız ama olayın örgüsü ve kurgunun şahane olduğunu söyleyebilirim. Blog turumuz hakkında detayları,çalışmaları ve çekilişi buradan takip edebilirsiniz. Ayrıca hikaye hakkında yayımlayacağımız 15 saniyelik videoları izlemenizi de öneririm. Aşağıda İskambil Kartları olarak kitabı okurken dinlediğimiz ve tam anlamıyla kitabın şarkısı olduğunu düşündüğümüz öneriler var, biz seçtik; siz de dinlemeyi ve yorumunuzu bırakmayı unutmayııın! Bir sonraki turumuzda görüşmek üzere. 



PLAYLISTIN HEMEN ALTINDA RAFFLECOPTER ÇEKİLİŞİNİ GÖREBİLİRSİNİZ, 15 SANİYE KİTABININ SAHİBİ NEDEN SİZ OLMAYASINIZ? 


 1) Until The Ribbon Breaks - A Taste of Silver




2) Zella Day - Sacrifice



3) Jessie J - Magnetic


4) Bullet For My Valentine - Temper Temper



5) Imagine Dragons - Warrior



6) The Silent Comedy - Light of Day



7) Hurts - Mercy


8) Eminem ft. Sia - Beautiful Pain


9) Linkin Park - Final Masquerade



a Rafflecopter giveaway

14 Nisan 2015 Salı

Kocan Kadar Konuş - Şebnem Burcuoğlu


Kocan Kadar Konuş
Sayfa sayısı: 214
Yayınevi: Dex Plus

"Ay sen bu kitabı daha yeni mi okudun, kız bunun filmi çıktı hatta ikinci kitabı en çok satanların arasında şuan kıh kıh." diyecekseniz demeyin, çünkü ben bunu kendime yeterince dedim arkadaşlar, eveeet. :D

Hem geç oldu ama okuması hiç de güç olmadı, bence esas püf nokta orası olmalı. Baktım dersler kitaplardan çok soru metinlerini okuyacak kadar yoğunlaşmış, ben okuduklarım arasından yorumlayacak kitap seçme lüksüne sahip olacak kadar kitap okuyamıyorum; koyverdim gitti, artık boyama kitabının bile yorumuni bile girebilirim hazırlıklı olun jkldsf

 Bir turdan çıktık, yenisine gidiyoruz, üstüne gelecek turların da kitapları birikiyor falan derken  araya incecik bir şey atayım dedim, geçtiğimiz haftalarda arkadaşımın Ölüm Emri siparişine katıverdim Kocan Kadar Konuş'u.

(Spoi: Ölüm Emri yorumu da çok yakında gelecek inşallaah.)

Kitabı bir ara okumaya başladım, sonra kaybettim, sonra çaldırdım. Tüm bunlar bir üç gün içerisinde oldu artık bendeki de nasıl bir yetenekse ama yılmadım okudum arkadaşlar heheyt!

Ya şimdi arka kapak yazısını falan paylaşırdım ama muhtemelen çoğunuz biliyorsunuzdur, hem ben bir tıkla ulaşabileceğiniz şeyleri şimdi burada boşuna yazıp sayfa dolu görünsün diye uğraşmayayım. Anladınız siz işte.

Eğer moral bozukluğu yaşıyorsanız birebir. Derste başım ağrıyor diye test çözmeyip bunu okudum, ne baş ağrısı kaldı ne o depresif ruh hali. Attığım kahkahalar cabası. İkinci kitabını mutlaka ki almayı düşünüyorum ama bu kitabın beni rahatsız eden tek tarafı inceliğiydi. Keşke böyle tek kitap olsaydı. (Sonu çok heyecanlı bir yerde bittiği için bencilce isteklere giren blog yazarı be like.)

Beğenmediğim kitaba döktürüyorum ama işte böyle harika şeylere gelince susup kalıyorum. Diyeceğim tek şey "Alın ya.." oluyor, daha ötesinde övemiyorum, översem içeriğe kayıyorum. Zaten 214 sayfalık çıtır bir şeydi, bir günde okumakla kalmayıp aynı gün içerisinde ikinci kitabın siparişini bile verebilirsiniz.
Tabi benim gibi fakir değilseniz, neyse... ( Kendine acındırarak uzaklaşır.)

Yanda Kocan Kadar Konuş özçekimimi görebilirsiniz, onu yapmasaydım da olmazdı. Öptüüüüm.

(Bu arada cidden kitabı alırsanız siz de en eğlenceli tarafının bu olduğunu fark edersiniz, gelen geçenin suratına tutup fotoğrafını çekmek çok harika bir deneyimdi jklfd.)




10 Nisan 2015 Cuma

[İskambil Kartları Blog Turu #1] Hayallerim Ruhumu Öpüyordu - Necdet Akkan


                 
Yazar: Necdet Akkan
Sayfa sayısı: 453
Yayınevi: Fenomen

Bu ay Şahmelek'in yorumu haricinde neredeyse blogla hiç ilgilenemediğimin farkındaydım ama işte ilgilenememe nedenim de böylelikle söylemiş oluyorum,  İskambil Kartları olarak ilk blog turumuzu başlattııık! (Hayırlı uğurlu olsun, siftahımızdır diyelim.)


Tur kitabı elimize 20-21 Mart'ta ulaşır ulaşmaz okumaya başladık, ilk tur kitabı olduğu için hem onun heyecanı hem de yapılabilecek değişik şeyler, karakter çalışmaları derken sahiden uzun soluklu bir maratondu, özellikle de kitabı bir haftada anca bitirebildiğim için sanırım, bununla ilgili birkaç noktaya da değineceğim.

Arka kapakta yer alan yazıdan bir kesit paylaşarak başlayayım istedim. Anladığınız üzere kitap, Kerem ile Isabel arasında geçen bir hikayeyi anlatıyor bize. Kerem 41 yaşında -ki bakmayın 41 yaşında dediğime, herkese göre 35 gösteriyor Kerem Bey'imiz- bir giyim mağazası olan kendi halinde bir esnaf. Isabel ise Gürcistan'dan Türkiye'ye çalışmak için gelen 28 yaşındaki sempatik karakterimiz. Olaylar, Isabel'in bir gün Kerem'in dükkanına gitmesiyle başlıyor ve bu ikilinin arkadaşlığına tanıklık ediyoruz.

Kitabı hepimiz ilk okumaya başladığımzda fark ettiğimiz şey, ne kadar basit dille yazılmış kitaplar okuyor olduğumuzdu. Başta kolay kolay alışılabilecek bir dile sahip değil. Bu kitabı bir oturuşta okumaya kalktığınızda sahiden bir yerden sonra anlamamaya başlıyorsunuz çünkü sahiden cümleler öylesine özenilerek yazılmış ki, üstlerinde düşünüldüğünü okuyan herkes anlayabilir.

Şimdi nasıl desem, sanırım bu kitap için sevdim ya da sevmedim gibi bir cümle kullanamayacağım çünkü tam olarak hangi noktada olduğu net değil. Kitabı okurken kendinizi çok cahil hissediyorsunuz bir kere, o kesin bir nokta. Yazarın kültür birikimi ortada ama bu da bir kitabı okumak için yeterli bir sebep değildir. İlk yüz sayfa sizi oldukça sıkıyor, okumaktan vazgeçmek istiyorsunuz çünkü kitapta Kerem'in duygusal karmaşalarına ilk yüz sayfa boyunca oldukça tanıklık ediyoruz ve Kerem de duygularını derin yaşayan farklı bir adam olduğundan bu insanı biraz bunaltıyor. Sanırım bu biraz da benim okuma tercihimden kaynaklanan bir beğenmeme, böyle çok yoğun duygulardan hoşlanmıyorum. Daha sonra kitabın artık olay kısımlarına gelince de ne hikmetse daha fazla okumak istiyorsunuz. Merak ediyorsunuz çünkü bu bir erkeğin ağzından yazılmış bir aşk hikayesi, çok sık erkek ağzından olan kitapları okumadığım için beni bu nokta içine aldı diyebilirim ve tabi ana karakterin Kerem olması...

Çok fazla "hayal edişlerim, görüşlerim, deyişim, söyleyişim" gibi -ış/-iş eylemsileriyle karşılaştım kitapta, başta beni çok rahatsız etse de bu detaylar daha sonradan hoşuma bile gitmeye başladı. Yazarın biçemine çabuk alışamadım doğru, ama alıştığımda sanırım sahiden de beğendim ya.

Bir diğer taraftan, kitaptaki en sevdiğim şey, Isabel'in ve en yakın arkadaşı Nora'nın Türkçe konuşmalarıydı. Şimdi Türkçe kitapta karakterlerin öyle konuşmasının nesi hoşuna gitti diyebilirsiniz ama Nora ve Isabel, henüz Türkçeyi tam sökemedikleri için gerek kullandıkları hatalı ekler, gerek yanlış zamirler olsun hepsi oldukça güzeldi. Yazar bu noktada ne abartıya kaçmış ne de az bırakmış, tam da olması gerektiği gibiydi anlayacağınız.

Hemen yan tarafta kitabın eski kapağını görebilirsiniz, yenisinin rengini daha çok beğendim -çünkü bloguma çok güzel uyuyor- ama eski kapağı da kitaptan bir sahneyle alakalı olduğu için daha anlamlı gibi geliyor bana.

Bir diğer değinmek istediğim konu da kitabın sonu. (Kafiyeli oldu jkgh) Okurken sanırım en büyük beklentim sonuydu ve Kerem oldukça sık bir şekilde değişik rüyalar görüyordu, bunların bir araya gelerek harmanlanacağını ummuştum nitekim umduğum pek gerçekleşmedi. Sonu tahmin ettiğim gibi değildi ama sanırım o şekilde biteceğini de hiç ummamıştım, daha farklı bir şey beklerdim. Kitabın sonu benim için bir hayal kırıklığıydı.



En başta değineceğimi belirttiğim kitabın bitmesinin bu kadar uzun sürmesinin başlıca nedeni: kitaptaki yazıların puntosuydu. O kadar küçüklerdi ki cidden bir saat okumadan sonra gözlerim çok kolay kızarmaya başladı. Üstelik satır aralarındaki boşluk az ve paragraf başı bazı sayfalarda hiç yapılmamış. Sanırım beni sürükleyip götüren anlarda bile sırf yazı yüzünden bir mola vermek zorunda kaldım, bu zorlayıcı bir süreçti.

Kitapta anlatılan aşk, sanırım ancak kitaplarda kalabilecek bir aşktı. Evrende Kerem gibi bir adamın var olduğuna inanmıyorum, bu kadar düşünceli, bu kadar... 

Ne bileyim. Bir farklıydı Kerem.

Kesinlikle almalısınız diyebileceğim bir kitap diyemem, olay örgüsünün yavaşlığı her insanı sıkabilecek ölçüde ama eğer ki "Ben her şeyi okuyabilirim." tipinde bir insansanız, okumalısınız. Çünkü evet, sizi çok fazla heyecanlandırmadığı, bir sonraki sayfayı çevirmek için delirtmediği, duygusal triplere sokmadığı bir gerçek ama bir kitabın esas özelliğinin de bunlar olmadığını, evrendeki aşkın hep gençler tarafından yaşanmadığını ve her aşk hikayesinin iki taraflı sürmeyeceğini de kabullenmek gerek. Sanırım bu kitap bize bunu oldukça sunuyordu. 

Bir değerlendirme yapacak olsam 5 üzerinden 5 vermezdim ama öyle şekerleme niyetine okunacak bir kitap olduğunu da söyleyemem. Bundan birkaç sene sonra bile hatırlayabileceğim ve üzerinde düşünülebileceğim bir kitaptı.

Okuduğunuz için teşekkürler. Blog turumuzla ilgili detaylara bakmak istiyorsanız, buradan bulaşabilirsiniz En üstteki afişte de yazdığı gibi bir Isabel günümüz var, onun çalışmalarını da inceleyebilirsiniz. Aynı zamanda sayfayı beğenmeyi ve çekilişe katılmayı da unutmayııın! 

Yeni tur kitabımızda görüşmek dileğiylee!




8 Mart 2015 Pazar

Şahmelek - Merve Akıncı [İnceleme/Yorum]


Öncelikle Google'da yoruma eklemek için resimler ararken -resimsiz olunca gözlerim çok yoruluyor- çok hoşuma giden çalışmalar oldu.  O yüzden ilk, yapanların tek tek ellerine sağlık demek istiyorum.

Şimdi bu yoruma nasıl başlayacağımı gerçekten oldukça uzun bir süre düşündüm. İlk cümleler her zaman bana son cümleleri kurmaktan daha zor gelmiştir, eksilerden mi artılardan mı yoksa olasılıklardan mı başlayacağıma karar veremem falan fistan derken çorba olur. O yüzden açıkça söyleyeyim, eğer elimden kayar da kitapla ilgili spoiler verirsem kusuruma bakmayın. İnanın kitabın size yarısını anlatsam, yine de spoilerı hakkıyla yemiş olmazsınız. Tahmin edilmesi zor bir kurgu değil nitekim.

Gerek goodreads olsun, gerek Ezgi olsun, gerek 1000kitap yorumları olsun, herkes tarafından oldukça eleştiri almış ama aynı zamanda da 4. baskısı hazırlanan bir kitaptı ve ilgimi çekmedi desem yalan olur. Okumaya başladığımda gözüme batan o kadar çok detaya denk geldim ki hepsini bir bir unutacağımı bildiğimden önüme defteri açıp not tutmaya başladım, sanırım defter sayfasının üzerine attığım Şahmelek İnceleme başlığından dolayı şuan bu yazıyı da İnceleme/Yorum adı altında yazıyorum. Yoksa tam bir inceleme olacak mı emin değilim. 

Öncelikle karakterlerden bahsetmek istersek, hikaye İde isimli, 22 yaşındaki üniversite son sınıf olan kızımız tarafından anlatılıyor. Bu kızımızın ailesi belirli bir nedenden dolayı Amerika'da ve kendisi de Balkanlı'ların evinde kalıyor. İşte hikayemizin de meşhur bir diğer kahramanı Aslan Balkanlı, bu evin 31 yaşındaki oğlu.

İçerikten başlamak gerekirse, ilk bölümde yazarın bizimle paylaştığı şöyle bir cümle var. 

"O, Aslan Balkanlı'ydı. Reddedilemez bir adam ama insafsız bir reddediciydi."

Bu tip cümlelerden her zaman çok hoşlanmışımdır. Daha kitabın girişinde şöyle bir cümleyle karşılaştığımdan, Aslan Balkanlı gözümde sert bir insan olarak canlandı. Kesinlikle çok farklı profiller çizildi, hayallerimde kaba saba, vurdumduymaz hatta belki diktatör Aslancıklar bile oluştu, düşünün o kadar uçsuz bucaksız düşündüm Aslan'ı. 

İnsanlar bir hikayeyi yazdıkça karakterleriyle bağdaşır. Bir kısmı karakterini yarattığı kişilik çerçevesinde konuşturur, davranışlarını o şekilde yönlendirir; bir kısmı ise zamanla karakterin kişiliğinden ödünler vererek onu tamamen karma karışık bir şeye çevirir. Aslan Balkanlı benim için kitabın ilk 200 sayfası boyunca karma karışık bir şeydi. Sert biri olarak tanımlanıyordu ama değildi, ulaşılmaz gösteriliyordu ama değildi. Değildi, değildi, değildi. Aslan Balkanlı ne olduğu belirsiz, kişiliği tanımlanamaz birisiydi benim için bir süreç boyunca.

Bir yerlerde mi ne gördüm, Aslan için çakma Mr. Grey demişler. Hayatımda duyduğum en saçma şeyler sıralamasında sanırım ilk ona girerdi. Her takım elbise giyen adama yapıştırılan bu Mr. Grey damgasının çakmasını taşıyamayacak kadar saçma bir adam bence Aslan Balkanlı. Christian, Elli ton serisinin başında kontrol manyağı, sözünü dinletmeyi seven bir adamdı ve biz kitap boyunca onun aşık olup yumuşamasının sürecini gözlemlemiştik ama Şahmelek'i sanırım zamana meydan okuyan kitap olarak adlandırabiliriz. Karakterler arasındaki yakınlaşma anlamlandırılamayacak bir hızla 29., evet tam da 29. sayfada başladı. Ciddi manada vay canına.

Wattpad'de yazan insanlar bilir, hem kendi yazma isteğin, hem de okuyucunun okuma hevesi açısından olayları makul bir seviyede hızlı ve heyecanlı tutmak en önemli püf noktalardan biridir. Şahmelek, eğer bir Wattpad kitabı olarak kalsaydı eminim ki bu kadar rahatsız edici olmazdı. Aradaki fark ne inanın anlamaya çalıştım ancak bulabildiğim tek mantıklı açıklama, kelimelerin kitap yaprağına döküldüğünde taşıması gereken yükümlülüklerin arttığıydı. Çünkü  Wattpad'de bir bölüm okuduğunuzda, yazar diğer bölümü yükleyene kadar zihninizi dinlendirirsiniz lakin kitap okurken -özellikle benim gibi tek gecede kitap bitirme gibi alışkanlıklarınız varsa- bir anda olaylar o kadar uçuyor ki, şaşırıyorsunuz. Sanırım bu gerçek bir kitapla, Wattpad kitapları arasındaki farkı anlamaya itti.

Gelelim bir diğer kahramanımız olan İde'ye.

Şu zamana kadar okuduğum bütün kitaplarda ana karakterlerle aram sıkı olmuştur ama bu kitapta İde beni delirtti. Kendisi psikoloji okuyor lakin çoğunlukla o kadar 0-5 yaş düzeyi düşünceleri oluyor ki, anlamlandıramadım. Bunu saflık kisvesi altında değerlendirebilmeyi dilerdim ama aptallık ile ikisi arasındaki farkı ayırt edebilecek bir yaşta olduğuma inanıyorum. İde belki yerine göre saf, evet. Ama İde aynı zamanda da aptal.

"Peki o halde... Tekrarlanırsa sözünü dinleyeceğimi bil... Şimdi doğru eve küçük kız..."

Ne? Küçük kız da nereden çıkmıştı? Beni sahiden küçük mü görüyordu? 

Şu diyalogta resmen çığlık attım. Ciddiyim, şuna benzer o kadar çok saçma sapan diyalog okudum ki rahatsız edici olmaktan da öte bir boyuttaydı benim için. Üstelik 31 yaşında bir adam ile 22 yaşında bir kadın. İde psikoloji dördüncü sınıfta okuyor, mezun olacak ama daha insanları tanımayı geç karakter namına tek bir temel şey göstermeyen Aslan Balkanlı'nın kullandığı sıfatı anlayamayacak kadar toy?

Bir diğer İde'den İnciler alıntısı yapmak istiyorum.

Yol boyunca tek kelime etmedim. O da etmedi. Sonunda arabayı bir binanın önüne çekti. Bakışlarımı camdan dışarıya çevirdiğimde Çocuk Esirgeme Kurumu'na geldiğimizi gördüm. Bunu gerçekten beklemiyordum. Onun buraya bağış yapıyor olduğu; bağışı geç, gelip buradaki çocuklarla ilgilendiği hiç aklıma gelmezdi.


Olayın öncesinde Aslan nereye gidecekleri ya da ne yapacakları hakkında en ufak bir bilgi vermiyor. En ufak bir ipucu bile. Ne yaptığı hakkında alıntıda da dediği gibi tek kelime etmiyor. Ama Çocuk Esirgeme Kurumu'nu gören İde, anında Aslan'ın oraya bağış yaptığını, gelip oraya çocuklarla ilgilendiğini anlıyor. Hem de binaya tek bakışıyla. Bu da akıllara şu soruyu getiriyor, ARKADAŞLAR ACABA İDE PEYGAMBER OLABİLİR Mİ?

Anlaşıldığı üzere İde anlaşılamaz bir karakter. Hissettikleri insana yapmacık geliyor, anlattığı şeyler sanki sırf anlatılmak için yaşanıyormuş gibi. Açıklayamadım şuan lakin bence üstteki örneğim bile bunu anlatıyor, tek bakıştan ve tek durumdan yaptığı çıkarımlar kitap boyu süregelen bir şey ama yerine göre de çok aptal. Eğer İde, Aslan'ın ona her iltifatından ya da hakaretinden sonra kendi kendine çocukça sorular soracak kadar aptalsa, onu zeki biri diye değerlendirip kolay çıkarım yapan bir insan kefesine koyamayız. Eğer İde insanları tek hareketlerinden çözen biriyse, bu durumda da dağa taşa "Ne? Gerçekten öyle mi? Sahiden öyle miydi?" gibi soruları sorması mantık dışı. Kısacası çelişkili durumlar silsilesi bildiğiniz.

Değinmek istediğim bir diğer nokta, kitabın ilk bölümünde de piyano çalan ve bir süre sonra bunu her gece yapmak gibi bir adet edinen Aslan'ın o büyülü piyanosu. Her seferinde bu piyanonun sesini duyan ve Aslan'ın yanına gelen de İde oluyor ne hikmetse. Şimdi şöyle bir noktaya değinmek istiyorum, bu adam annesi ve babasıyla aynı evde yaşarken gece gece nerden geliyor bu rahatlık? Hani bu piyano sesinin tılsımı yalnızca İde'ye mi ait de duyan bir o var bir türlü çözemedim. Gitar değil sonuçta ya, bildiğin piyano. Çıkardığı ses koskoca evi inletir o gecenin sessizliğinde.

Kitabın buna benzer garipsenecek başka olayları da var. Dağ başında filtre kahve içen Aslan, sadece Aslan içerken görüp onun filtre kahve olduğunu anlayan İde gibi mesela... Size kitabın fantastik olabileceğini söylemiştim, öyle değil mi? 



Açıkçası kitapta İde, Aslan'a ne zaman aşık oldu anlayamadım. Bence kimse de anlayamamıştır bunu. Bir, İde'nin o fikri aklına bile getirmediği ama adamın yoluna paspas olduğu dönem var. İki, İde'nin Aslan'a karşı olan çekimini duygusal olarak nitelemek istemediği ama adamın yoluna paspas olduğu dönem var. Üç, İde'nin Aslan'a aşık olduğunu kesinkes fark ettiği ve adamın yoluna paspas olduğu dönem var. Ha bana sorarsanız, İde'nin aşk sandığı şey afilli betimlemelerden ibaret ama bu konuyla ilgili zaten çok enteresan notlar düşmüşüm, şimdilik o bir sonraki konumuz.

Şimdi şu kitap boyunca paspas olan İde'den bahsedelim.

Bir kere kesinlikle itaatkar bir karakter olduğunu düşünüyorum ki bazı sahnelerde İde yine beni delicesine çıldırttı. Feministlik damarım bazen çok ağır basar ve bu kitapta onu sahiden yaşadım. Şimdi bir spoiler vermiş olacağım sanırım üzgünüm ama kitapta en rahatsız olduğum yeri belirtmeden geçmek istemiyorum.

Aslan ve İde'nin yakınlaştıkları bir sahne var, bu sahnede Aslan İde'nin bakire olmadığını öğrenince kudurup kızın bildiğiniz ağzına sıçıyor. Hadi neyse, diyelim erkeklik damarına basılmıştır, eyvallah. Ama ya İde? Üç dört tane özür dileme sahnesi, ağlayan İde, özür dileyen İde, Aslan'a bir kere bile sen bakir misin peki diye sormayan İde...

Erkek ve kadın eşittir. EŞİT. Kimse aptal bir zar yüzünden köpek gibi bir muamele görmeyi hak etmez. O muameleyi görüyorsa da kendini köpek yerine koymak yerine gururlu davranmalıdır, kendini ezdirmemelidir, çünkü o bir kadındır ve kadınlar en narin yaratıklardır. Aşağılanmak, ezilmek, küçümsenmek ya da hor görülmek için değil sevilmek için yaratılmışlardır. Bir kadın bir kadına nasıl suçu olmayan bir şey yüzünden özür diletir ki? Ben bir okuyucu olarak rahatsız olmuşken yazarın bunu yazmaya gönlünün elvermesi sahiden şaşırtıcıydı. Sanırım o sahneleri okurken ciddi manada sinir krizi geçiriyordum.

İde'ye olan sempatim o sahnede kökten koptu. Çünkü İde'nin giden bekareti için Aslan'dan özür dilemesi, tamamen Balkanlı'nın koca egosunu tatmin etmek adına yapılan gösteriden başka hiçbir şey gibi gelmiyor bana. Bu sanırım biraz kötü bir yorumlama şekli oldu ama kitabı okursanız sanırım ne demek istediğimi mutlaka anlayacaksınız. Aşık olmakla köle olmak arasında farklar vardır, İde hangisi? 

                          »» ««

Bazen gerçekten çok garip bir tespitçi olabiliyorum, şuan notlarıma bakarken fark ettim djkf. Bakın aynen şunu yazmışım:

"İde, insan mı yoksa ütopik bir Aslan fetişçisi mi anlamak mümkün değil. Adamla ne zaman öpüşse cümleleri mecazlaşıyor, garip betimlemeler içine giriyor. Yanıyor, donuyor, kendinden geçiyor. Aslan Balkanlı acaba sadece öpüyor mu yoksa öpmek kisvesi altında kıza ağzıyla uyuşturucu mu veriyor şüpheli. Kitabı fantastik roman sandığım zaman dilimi, toplam okuma süresinin %50'sini kaplamakta. Zaten kitabın %50'si de öpüşme."

 Bir yerden sonra -ikinci öpüşmeleri- öpüşme sahnelerini okumayı bıraktım. Çünkü resmen artık aynı şeyler yazıyor gibi geliyordu. Aslan'ın dudakları İde'yi yakıyor, İde'nin kalbi heyecandan pır pır ediyor. Aynı şeyler sevişme sahnelerinde de gerçekleşti. Bir olay anlatılırken gerçekliklerden de söz edilmeli hani ama İde maşallah, hem Aslan'ı hem de içindeki o yanmadır, donmadır, kimyasal tepkimedir, maddenin hal değişimidir, hepsini o kadar çok betimlemeye meraklıydı sahnelerin çoğunu atladım. Pişman değilim, bana da bir şeyler kaybettirdiğini düşünmüyorum.

Karakterlerin çoğuna göre de Aslan Balkanlı'nın yaptığı her şeyde haklı bir neden vardı. İde'nin yakın arkadaşlarından biri olan Çağrı'ya göre, Balkanlı'ların evindeki Dilber Teyze'ye göre. Bir an sahiden şey diye düşündüm, acaba Dünya'da mı yoksa krallarını Aslan belirleyen bir gezegende mi yaşıyorlar? Çünkü kitabın başlarında da her yerden Aslan çıkıyordu. Değişik, sadece değişik. 

Son olarak değinmek istediğim nokta da koskoca kitapta tam anlamıyla gerçekleşen olay sayısı sanırım iki ya da üçtü. İki tanesi hafif bazlıydı sanırım, birisi de bir otuz sayfalık bir şeydi. Onun dışında kitabın başlarını saymazsak kalanı cinsellik olarak değerlendirilebilir. Tamam, bu normal bir kitap için eh denilip geçilebilecek bir şeydir lakin 484 sayfalık bir kitapta eğer tutup da belli başlı bir olay, herhangi bir heyecan yoksa onu özel kılan ne vardır ki? Herkes cinsellik yazabilir. Herkes iki karakteri öpüştürerek üç sayfayı tamamlayabilir. Şahmelek kitabını diğerlerinden ayıran sanırım tek şey adıydı, sadece adı.

Puanlama yapmıyorum çünkü genelde yanlış yaparım ama 1000kitapta kendisine çoğu arkadaşımın aksine (çoğu 1/10 olarak değerlendirdi) 3 yıldız verdim. Şu yukarıda saydığım bu yorumlara rağmen neden 3 verdiğimi tam nedeniyle açıklayamam ama bir insan eğer 484 sayfalık bir kitap yazdıysa benim için emeği karşılığında iki yıldızı hak etmiştir. Üçüncü yıldızı vermemin nedeni ise sanırım bana çok değerli bir şeyi öğretmesiydi.

Bir insan sürekli iyi kitaplar okuyacaktır, her kitaptan bir hayat dersi alacaktır diye bir şey söz konusu bile değil. Bazen sadece okursun. Size de bazen sadece okumayı öneriyorum, en azından kafa dağıtıyor. Sadece bu.



4 Mart 2015 Çarşamba

Okuma Listesi: Mart



Öncelikle, yaşasın artık bahar geldi havasına girdiğim birkaç günün ardından deli gibi yağan yağmur ve yeniden başlayan soğuklar resmen beni kapak etmeseydi, çok daha neşe dolu,  tam anlamıyla Mart havasında bir liste sunuşum olacaktı ya, neyse. Demek ki kısmet değilmiş, ben yine de Mart'ın gelişi adına bütün kedilere başarılar diyeyim de, anlayan anlasın hjdkfg

Aslında bu ay delicesine ders çalışmam lazım ve listeyi baya kısa tutmam gerekiyordu ama daha tarih 4 Mart'ı gösterirken çoktan 2 roman bitirmem, bence bu ayın biraz çekişmeli geçeceğini işaret ediyor, yine de size bütün okuyacaklarımı açmayacağım çünkü eğer okuyamazsam net olarak rezilliğin dibi hjkdfg O yüzden hadi başlayalııım.

#1 #2 #3 Labirent Serisi 
 Öncelikle daha dün ilk kitabını, tek gecede ve tek solukta bitirdiğimi belirtmek istiyorum, Allah'ım dehşet ötesi bir şeydi. Kitapla ilgili yorumumu tek olarak değil, seriyi bitirdiğimde yapmayı tercih ettiğimden dolayı şimdilik okunma listemde duruyor. Kalan iki kitabı muhtemelen bir ya da iki haftaya bitirmiş olacağımdan ötürü, yakında yorumu gelir ya jkfklg Ama hiç kötü bir şey yazacakmışım gibi hissetmiyorum açıkçası, bu kitabı deli önerenler vardı ama okuması bana daha yeni kısmet oldu, daha sadece ilk kitabı okumama rağmen ben yine de tavsiye ederim.


#4 Şahmelek
 Wattpad bazlı bir blogger olduğumdan (sen ne zaman blogger oldun be haspam?) dolayı adını duymamamamın imkanı olmayan bir kitap. Daha kitap haline dönüşmemişken okuduğum ve içsel tasvirinden ötürü sıkıldığım bir kitaptı. Yarın elime geçecek kendileri ama elimde de fazla kalmayacakmış gibi hissediyorum. Kelimeler kitap sayfasına düşünce belki daha farklı bir hale gelmiştir yine de belki. Net bir tespit yapmak istemiyorum. Zaten ben hızlı okuyanlardan, başlayınca da beğenirsem direk bitiren tiplerdenim. Bilmiyorum yani, Goodreads'teki yorumlara bir göz attım da çok ağır eleştirenler olmuş. (O eleştiren kişi de düşmanıma söylemeyeceğim şeyler yazmış çok maşallah hjdkg.) Vallaha ben de yorumlamazsam çatlarım, o yüzden çok yakında bir Şahmelelek yorumuyla buraya gelmezsem bilin ki kitap elimde paralanmış ve bırakmışımdır, yoksa başka bir mantıklı açıklaması yok.

#5 Uçurtma Avcısı
Ayy, hala bu kitabı okumamış olan beni lütfen dışlayalım. Taa, yazın almış olduğum ama hala öyle rafımda duran, ağlarcasına "Beni oku" diyen bu kitabı artık okumam gerekiyor ama inancım ciddi manada sıfır. Ya başlayamadım ben bir türlü bu kitaba, niye bilmiyorum ama hep bir neden çıktı ve yirminci sayfasında bıraktım. Aslında herkesin beğendiği bir kitap ve sırf bu nedenden bile tek gecede bitirebileceklerim listesinde ama kader sanırım onu okumamı istemiyor. Sanırım bir hayat dersi alacağım ama, "Sen böyle cahil, mal gibi kal." mesajı veriyor ya neyse, hırslanıp bitirmem dileğiyle.


Aslında buraya iki kilometre kadarcık daha kitap yıkacaktım ama sonra okuyacağım kitapları yazınca, yorumunu yayınlarken süprizi kaçıyor. Siz benim neyi yorumlayacağımı bilirseniz nerede ekşın, nerede heyecan, haksız mıyım jklfgh

O nedenle yalnız beş kitap vermiş olayım, bir ayda okunmak için az ama Okuma Listesi'nde paylaşmak için yeterli bir sayı. Yine de aylara başlarken bu okuma listelerini hazırlamak ve hedef belirlemek çok daha iyi oluyor, en azından normalde okuyacağından çok daha fazla okuduğun kesin.

Herkese musmutlu Martlaaar!

Dipnot:Özellikle kedilere.

Bookmark Us

Twitter Delicious Facebook Digg Stumbleupon Favorites More

Search

Ne Okuyorum?

Anna Todd - After

Recent Posts

Unordered List

Pages

Text Widget

Blogger tarafından desteklenmektedir.

Author Info

Text Widget

Instagram

Facebook

Quyinin Halkı

About the Author

featured Slider

Navigation Menu

Twitter

Like us

Popular Posts

Copyright © Quyinin Tacı | Powered by Blogger
Design by SimpleWpThemes | Blogger Theme by NewBloggerThemes.com