Ciddiyetsiz, kendine her yerde Quyin diyor ve adı Melike.

28 Aralık 2015 Pazartesi

Kızıl Kontes'in Yazarı Naime Nur Günbattı ile Röportaj


1. Yazmak sizin için tam olarak nedir?

Yazma eyleminin bir tutku olduğunu söyleyenlere tamamen katılıyorum, diyerek başlamalıyım bu yanıta. Evet, bence yazmak gerçek bir tutkudur. Öyle olmasa hiçbir menfaat beklentisi olmaksızın karakterler yaratır, onları tek boyutlu kahramanlar olmaktan çıkarıp soluk alıp veren gerçek insanlar haline getirmek için onlar gibi yer, içer, onlar gibi düşünür müydüm? Sırf olay örgüsünü daha karmaşık hale getirebilmek için bunca ter döker miydim? Sanmıyorum.


2. Wattpad'te yazmaya nasıl başladınız?

Wattpad'de yazmaya başlamam kararsızlıklarla dolu bir sürecin peşinden gelmişti. Çünkü bu platformun bir takipçisi sayılmasam da genel okuyucu kitlesinin özelliklerini biliyordum. Kitle çoğunlukla romantik komedilere gülmek ya da yine romantik aşk hikayelerine ağlamak isteyen yaş grubundan oluşmuştu. Benim hikayem bu iki standarta da uygun olmadığı için başta kararsız kalmıştım. Fakat Wattpad, okuyuculardan anlık dönütler alabilme ve hatta bir anlamda kitabı onlarla birlikte kurgulama imkanı tanımak konusunda rakipsizdi. Tekrar yazmaya başladığımda yine bu işi Wattpad'den sürdürmek istememin nedeni de budur.


3. Örnek aldığınız bir yazar var mı? Varsa kim?

Doğrusu, örnek aldığım bir yazar yok. Örnek aldığım onlarca yazar var! Okuduğum her yazardan bir şeyler aldığımı söylesem yalan olmaz. Ki bu da uzayıp giden bir yazarlar listesi anlamına geliyor. Ama bu listenin en başındaki birkaç ismi saymamı isterseniz size Orhan Pamuk, Jack London, Balzac ve Yaşar Kemal diyebilirim.

4. Kitapta geçen isimler ve yaşanan olaylar  Wattpad'teki diğer tarihi romanlardan farklı bir çizgide ilerlemiş. Bunun için ne gibi araştırmalar yaptınız ve bu kitabı yazmaya karar verdiniz?

En sık aldığım soru sanırım ki bu. İnsanlar Judith McNaught tarzı, İskoç dükleri ve İngiliz leydileri arasında geçen küçük entrikalı aşk hikayelerini Wattpad'de görmeye çok alıştığı için muhtemelen.
Mevzubahis İtalyan tarihi olunca, araştırma için kaynak bulmak pek kolay olmuyor. Sağlam bilgi veren birkaç kitap dışında, benim karakterlerim ile ilgili kaynakların çoğu leziz dedikodular ve epik efsanelerle doldurulmuş. Bu yüzden, hayli uzun bir araştırma yapmam ve her bilgiyi didiklemem gerekti ki bu, gerçekten yorucu olabilen bir işti.
Bu kitabı yazmaya nasıl verdiğime gelince... Caterina Sforza, son birkaç yıldır rol modelim ve onu uzun zamandır araştırıyorum. Hatta kitap tamamlanıp yayımlanmış olmasına rağmen hala onunla ilgili gördüğüm her yeni yazıyı heyecanla okuyorum. Kızıl Kontes'in yazımı, böyle uzun bir araştırma sürecinden sonra başladı. O döneme ve Caterina hakkındaki neredeyse her şeye artık vakıf olduğumu fark ettiğimde bildiklerimi insanlarla paylaşmak istedim. Hoş, benim kurgum çoğu zaman daha öne geçmiş olsa da kitap, en azından okuyanlarda araştırma isteği uyandırmayı başardı ki kitabı yazmaya başlarken de amacım buydu. "Bu muhteşem kadını siz de tanıyın!" demek istemiştim ben. "Gerçek bir dişi kaplan nasıl olur görün! Beş yüz yıl önce, erkeklerin dünyasında ayakta kalmaya çalışan korkusuz bir kadının gerçek hayat öyküsünü öğrenin!" Bunu biraz bile olsa başarabildiysem ne mutlu bana.

5. İlerleyen günlerde başka bir kurgunuzu da kitaplaştırmak ister misiniz?

Elbette isterim. Aklımın içinde bir yığın fikir var ve bunlardan oldukça uzun soluklu olan bir tanesi hemen hemen netleşmiş sayılır. Kendim için ayırabileceğim bir parça zamana sahip olmaya başladığımda yazmaya da başlayacağım.


6. Tarihe olan bu sevginiz okuyucular kadar bizim de dikkatimizi çekti. Bu sevginin kaynağı ne?

Öncelikle, sizin de söylediğiniz gibi, tarihe büyük bir sevgi duyuyorum. Hatta tarih, bu hayatta en sevdiğim şey diyebilirim. Neden bu denli sevdiğim konusunda söyleyebileceklerimin ise ne başı var ne de sonu... İçinde yaşadığım çağdan haz etmemem asıl sebep olabilir. Ya da çağımızı sevmememin nedenleri tarihi sevmemin nedenleri olabilir. Malum, günümüzde her şey sentetik, samimiyetten uzak ve standart. Savaşlar devam ediyor ama insanlar düşmanlarının karşısına geçip onlara kılıç doğrultmak yerine daha dolambaçlı ve daha az mertçe olan yollara başvuruyor.
Şimdi anlaşılır bir somutlama yapmak gerekirse -hemen hemen herkesin okumuş/izlemiş olduğunu düşünerek- gözünüzde Katniss Everdeen'in dünyasını canlandırmanızı tavsiye ederim. Bence tarihe konu olmuş herkes, imparatorlar, krallar, soylular ya da komutanlar, arenaya terk edilmiş birer "haraç". Yaşamını sürdürebilmek için diğer haraçlarla müttefik olması ya da onların yaşamını sonlandırması gerek. Bu açıdan, entrikaları ve kanlı mücadeleleri ile tarih benim için her zaman çekici ve eğlenceli oldu. Ve muhtemelen, öyle olmaya da devam edecek.

17 Ağustos 2015 Pazartesi

[İskambil Kartları Blog Turu #9] Hep Lunapark - Bahadır Cüneyt Yalçın



Ve sahne: İrfan Yunus ve ailesinin Balkara şehrinde işlettiği naif lunapark. "Hangi lunapark bir uydu fotoğrafına doluyken yakalanmışsa oralıyım ben" cümlesinin müellifi İrfan. 

"Burada çocukluk değil manyaklık ortaya çıkar" sözünün sahibi Zafer. "Lunaparktaki sese ve ışığa savunma geliştirmeye çalışan sinir sistemi dert çekmeye vakit bulamaz" diyen, pembe ojeli parmaklarıyla hayal perdelerini parçalayan Ayşegül. Dönmeli, hoplamalı, ışıklı bir eğlence köyü. 

Ölmüş meşhur şarkıcılara mektuplar yazan safiyet ehli Mustafa, bir varoluş biçimi olarak bayılan Narine, kumarbaz Savaş, fettan Alev, dövüş ustası bir dondurmacı. Deniz kaplumbağası, peruklu balerin, şaşı ahtapot ve belgesel kameraları…

Ne demişler: Roket yükselmeye inanır. Rüzgâr hep kazanır, tül hep kaybeder. İşte huzurlarınızda; yükseliş, alçalış, merkezkaç ve Newton. Acı, avantür, komedi ve sürpriz. Bahadır Cüneyt Yalçın, Mütevazı Bir İntikam'ın ardından Hep Lunapark ile yeni edebiyata bir kez daha kahkaha ve sevgiyle selam çakıyor. 

"Biz ancak kimsenin kaybetmediği bir ringte kazanabiliriz."


 Öncelikle kitabı okurken sadece kendi şarkısı olan Yok Öyle Kararlı Şeyler'in Ah Lunapark'ın dinledim. Bu şarkı, YÖKŞ'nin kitaba özel yazdığı bir şarkı ve o kadar güzel ki. Kaç gündür dilime dolandı durup durup, "Atlı karınca, haklıydı kendi aklınca." diye bağırıyorum evin içinde. Dinleyin diye hemen alta bırakıyorum.


Yahu bu kitapta çok farklı bir şey vardı. Tamam, ben de sürekli genç kitapları okuyan bir insan değilim Türk yazarları da sık sık okuyorum ama daha önce böylesine değişik bir kalemle karşılaşmamıştım. Bahadır Cüneyt zaten Afilli Filintalar'da adını gördüğüm bir yazardı ama daha önce hiç okuma imkanım olmamıştı. Pişman oldum. Bu kitapta lunapark işleten bir Türk ailesinin hayatı olabilecek en içten ve en esprili şekilde yazılmış. Öyle okunup geçilecek kitap yazmak çok kolaydır ama üstünde durup düşünülecek satırlar yazabilmek çok az yazara bahşedilmiş bir lütuftur. Cidden daha bu kitabı anlatmak için daha ne diyebilirim bilmiyorum.

Kitap Zafer'n, yani lunaparkın sahibi İhsan Yunus'un oğlunun ağzından anlatılıyor. Fakat Zafer tam bir üçüncü şahıs gibi anlatıyor çoğu zaman olayları, orada olduğunu zar zor fark ediyorsunuz. Cinayet-polisiye okumayı seviyor, oldukça ince de bir mizah anlayışı var. İşte bu da benim Zafer'i sevme nedenim. Yine de favori karakterim Mustafa, yani Zafer'in dayısı. Çok naif, biraz içine kapanık birisi. Lunaparktaki kaplumbağayla konuşup bir de mektuplar yazıyor. Zeki Müren, Elvis Presley ve daha nicesine. Sayesinde bilmediğim çok fazla şey öğrendim. :D

Bahadır Cüneyt Yalçın cidden genel kültürü çok geniş bir insan, bahsettiği şarkılar, kullandığı kelimeler, anlattığı ünlüler olsun. Cidden hayran olunası birisi, kalemi o kadar özgün ve güzel ki. Aşağıya çok hoşuma giden bir şiirini bırakıyorum. Bende Mustafa gibi bir ünlüye mektup yazmak isterdim ama o kadar çok düşünmeme rağmen aklıma hiç kimse gelmedi. En iyisi biz bu işi ona bırakalım :')

Bir kitap aldım, bir koku,
Seni sordum.
Bir nefes, bir öksürük,
Kendimi ezip söndürdüğüm küllük,
Hep o usulca sesin.
Klasik kuğulara hiç güvenmem,
Boynunu andım.
Hastaneler temaruz taarruzunda,
Bahar da gelemez bazen.
En iyisi, bir kitap okudum.
Kıpırdama, sinek korkuyor.
Bu sır çok kısa, sıkı dur:
İlk selam son kelimeyi fısıldar, daima.
Ama seni bildim,
Ama umut centilmenin standardı.
Elmayım, soydular mektup bıçağıyla,
Görmediler de feci utandım.
İnandın mı duyduğuna?
Şimdi adını saklarken aç biilaç,
Sen evini seç, ben canavarı oyalarım.

Not2: Facebook ve Instagam çekilişlerimizi katılmayı unutmayııın!
Not2: Yazarın Afilli Filintalar'daki yazılarına bir bakın derim. ;)


3 Ağustos 2015 Pazartesi

[İskambil Kartları Blog Turu #8] Vahşi - Sally Green

Bela'yı beğenmeyen, eksikti bu diyen, ya beni reading slumpa soktu diye yakınan; evet, hepsi bendim farkındayım. Ama Vahşi... YA BU KİTAP ÇOK GÜZEL BİR ŞEYDİ.

İlk kitap yarı ak yarı kara olan Nathan'ın bir kafese kapatılması, daha sonra kaçarak gücünü bulmaya çalışmasını anlatıyordu. Ve ikinciyi okuduktan sonra birinci kitabın olayları oturtmak ve Nathan'ı tanımaya yönelik yazıldığını düşündüm. Ne kadar doğru bilemem, yazarın da bu amaçla yazmış olduğunu sanmıyorum ama Vahşi; Bela'dan sonra çıtayı o kadar yükseltti ki Bela bir kompozisyonun iki-üç cümlelik giriş kısmı gibi kaldı.,

Kara ve Ak cadıların arasındaki çatışma aslında bana pek çok yerden tanıdık geliyor. Ak cadıların, kara cadılara yaptıkları şey soykırım ve bu beni Kara'ların tarafında olmaya itti. Tabi bu biraz da deli dehşet Marcus hayranlığımdan kaynaklanıyor.

Sally Green'in bir özelliği varsa sonları çok potansiyel bir yerde bırakıyor. Gerçi kadının daha 2 kitabını okuyabildim ama bu serinin üçüncü kitabı çıktığı gibi alacağımdan emin olabilirsiniz. Keşke öyle bitmesin dediğim bir şekilde bitti ama yine de... Of. Spoiler vermeyeceğim.

Tek sorun kitap sayfalarının olması gerekenden fazla ince olmasıydı. Kağıt bildiğiniz okul kantinlerinde tostu sardıkları kağıt gibi. Yanlışlıkla iki sayfayı yırttım ben mesela cidden çok üzücü. Bela'nın sayfa sayısı Vahşi'den daha az ancak Bela daha kalın görünüyor komediye bakar mısınız. Neyse ne, bir kitabın tek sorunu varsın sayfa kalitesizliği olsun hjfklş.

Instagram ve Facebook'tan, Bela ve Vahşi çekilişimize katılmayı unutmayıııın! :D

24 Temmuz 2015 Cuma

[İskambil Kartları Blog Turu #7] Bela - Sally Green

Bela, Bela, Bela.

Her yerde öve öve bitiremedikleri ve arka kapak yazısını kitapçıda defalarca okumuş olmama rağmen konusu hakkında hiçbir fikir edinemediğim ve tur kitabımız olmuş Bela.

İnsanı böyle iki kelimelik cümlelerle şoka sokan bir yazar vardı okuduğum, birisi Labirent serisinin yazarı James Dashner ve şimdi de ikincisi Sally Green oldu. Taktiği kaptım ben arkadaşlar. Cümleleri kısa kes. Düşüncelerini belirt. Ama az. Herkes bilmesin. Çok az. Ve kapının arkasında. Orada. ÖCÜ VAR BÖÖ!

Bakın korktunuz jfkldşşflk

Tamam, her neyse.

Bu yorumu diğer yorumlarıma nazaran kısa tutacağım çünkü kafamı toparlayamıyorum doğru düzgün, belki bu yüzdendir de bilmez ama kitapta herkesin övdüğü kadar güzel bir şey bulamadım ben. Belki beklentim çok yüksekti, belki şu reading slump halleri yüzündendi bilemem ama kitabın son kısmı hariç her yerini bunalarak, daha büyük bir atraksiyon bekleyerek okudum. Karakterleri sevmedim, var olan dünyayı bu kadar açıklamasız bırakmasını sevmedim, sebepsiz yere olan şeylere anlam veremedim. Ama sonunda beklediğim bir olay gerçekleşti sırf o yüzden ikinci kitabı okumak istiyorum. Yine de
dediğim gibi, yaratılan dünya ya da var olan dünyada cadıların kurduğu düzen çok boştu. Böyle çok daha fazlasın bekledim sanırım bu yüzden de pek beğenemedim.

Yine de, yiğidi öldür hakkını yeme derler; kurgu orijinaldi, Benim ruhani bunalımlarıma rağmen bile akıcıydı kitap. Bu kadar yermeme rağmen 10 üzerinden 7 puan verdim ve bunun nedenini bende anlamadım lgşlmfg. Ya kitap güzel, cidden güzel. Ama beni bunaltan çok noktası vardı, onlar da biraz kitabın güzelliğinin üstüne kum serpti ben de övebileceğim noktalarını tamamen unuttum. Benim rezilliğime vurun ve siz kitaba bir şans verin. Bu kadar beğenen olduğuna göre bence pişman olmayacaksınız.

Bela ve Vahşi çekilişimize katılmak için Facebook sayfamıza ve Instagram hesabımıza uğramayı unutmayın! :D



2 Temmuz 2015 Perşembe

[İskambil Kartları Blog Turu #6] Süper Dadı - Betül Güçlü


Süper Dadı'yı bitireli yaklaşık beş dakika oldu, yorumu şu kitap bittikten sonraki hepimizin de gayet iyi bildiği buruk gülümseyi takınmış olarak yazıyorum.

Âşıksanız;
 Dağları delebilirsiniz, “Ferhat” derler
 Çölleri aşabilirsiniz, “Mecnun” derler
 Canınıza kıyabilirsiniz, “Romeo” derler
 Ya iki küçük sevimli canavarın tüm sorumluluğunu alıp, kalplerini çalar ve oradan sevdiğiniz kadına ulaşmayı başarırsanız?
 İşte o zaman, “Süper Dadı” derler. 
 Efran’ın verdiği zorlu, eğlenceli, acılı ve sevimli mücadeleyi okurken aşk uğruna girilebilecek en güzel sınavlardan birine şahit olacaksınız. 
 Beril, Baler, Sare ve Efran’ın “aile”si sizi de aralarına alacak kadar sevgi dolu; gerçek bir aile olmak için kan bağından daha fazla ihtiyacımız olan tek şey de bu.

Şimdi değişik isimleri birbirine karıştırmayasınız diye -ben okumadan önce karıştırdım çünkü- önce bir açıklama yapıyorum.

 Beril: Anne
Baler: Erkek çocuk
Sare: Kız Çocuk (Ve parıltılı ponyler ülkesinin prensesi hfjf)
 Efran: Süper Dadııı!

Hikayemiz, Beril'e aşık olan Efran'ın bu dışarıdan oldukça soğuk görünen ve kendine hiçbir erkeği yaklaştırmayan bu kadının sevgisini kazanmak ve ona daha yakın olabilmek için Baler ve Sare'nin dadısı olmak için başvuru yapmasıyla başlıyor. Dadı olmak yeterince zorken, Baler ve Sare'nin dadısı olmak... İşte o özel güçler gerektiriyor.

Süper Dadı, Wattpad'ten çıkmış bir kitaptı ama buna rağmen okumaya nedensizce çok nötr başladım ve bunun da büyük bir etkisini gördüm. Bir kitaba nasıl yaklaşırsanız öyle ilerliyor isteseniz de istemeseniz de, kötü olduğunu düşünerek başladığınız bir kitap ortalama çıksa bile size kötü geliyor ve ortaya çıkan düşünceler sağlıksız oluyor. Bunun için objektif başlayabilmek benim için bir lütuftu ve bu lütuftan da oldukça faydalanadım.

Bir kere karakterler beni sıkmadı. Oysa böyle sevgi kelebeği kitap karakterlerinden kendim asla olamadığım için o kadar da hoşlanmam ama bu sevgi kelebeğinin bu defa minik bir kız olması beni cezbetti.

 Sare... Ya Sare... Okuyan herkesi kendine hayran bırakabilecek bir minik. Küçücük çocukların bile karakteristik özelliklere sahip olması çok hoşuma gitti. Konuşma şekilleri olsun, davranışları olsun. Alıştığımız çocuklara pek benzemselerde aşırı tatlılardı. Efran, Baler'in yanaklarını sıkmak istedi ben de istedim; Beril, Sare'yi öpmek istedi ben de istedim. Çocuk sevgisini bu kadar güzel işleyebilmesi gerçekten de çok hoş. Kendi yeğenimin doğmasına çok az bir zaman kalmışken bunu okuyunca iyice bir çocuk aşkıyla doldum ya kesinlikle güzel bir histi. 

Süper Dadı, Müptela yayınlarının ilk ciltli kitabı ve gerek cildindeki kapağı olsun gerek onu çıkardığımızda altında kalan o beyaz kısım olsun bence çok güzeldi. Cildi çıkarttıktan sonraki görüntüsü Kurucunun Kızı'na benziyor ama o kadar güzel ki sanırım bundan 6374 tane daha bassalar yine beğenirim. 

Ayracı olsun, kitabın içindeki resimler olsun hepsiyle gayet orijinal görünen bir kitaptı ve tamamen sıcacıktı. Süper Dadı için kullanabileceğim en doğru kelimedir sanırım sıcak, insanı içine alıyor, sıkmıyor ve ve koşulsuz sevgiyi de doğru bir şekilde işliyor. Şu hiçbir şey okuyamadığınız dönemlerde ihtiyaç duyduğunuz kitap tam anlamıyla bu, akıcı ve insanı yormuyor.

Alın ve okuyun sadece diyorum hdjks Bir de eğer aman yok ben alamam diyorsanız Facebook ve Instagram çekilişlerimize katılmak için yazıların üstüne tıklamanız ve şartları yerine getirmeniz yeterli. Bir sonraki turda görüşmek üzere! :D


21 Haziran 2015 Pazar

[İskambil Kartları Blog Turu #5] Amozon Efsanesi Üçlemesi 1 | Zincirlenmiş Kalpler - Büşra Toraman


Gerek Büşra Toraman hayranları olsun gerek fantastikseverler olsun merakla beklenen kitabımız Zincirlenmiş Kalpler'in turunu yapma şerefi, İskambil Kartları olarak bize kısmet oldu. Yine şanslıyız anlayacağınız. :D

Biliyorsunuz Ephesus Yayınları şu sıralar ciltli kitaplara farklı bir boyut getirdi, şu kapak kısımlarını rengarenk basıyorlar. (Açıklayamadım kendimi  ya hfjkgh O kısma ne ad veriliyor ki Allah aşkına?) Ve yani... Of sizce de çok mükemmel değil mi? Zincirlenmiş Kalpler'in kapağına zaten ölüyorum, bir de cildi çıkardıktan sonra içinden böyle müthiş bir saks mavisi çıkınca az daha kalp krizi geçiriyordum. Masaya koyup saatlerce fotoğrafını çekebilirim sanırım. Bir kitabı en çok içerik açısından beğenirsiniz, belki yazarın kalemine hayran kalırsınız, sayfa kalitesini onaylarsınız, kapağına bayılırsınız... Ben kitabın fotojenikliğine vuruldum arkadaşlar.

Büşra Toraman'ın fantastik dalında aldığı övgüller belli olunca, kitabı elime aldığım gibi okumaya başladım. Hatta biz tur grubu olarak da oldukça mutluyuz, satışa sunulduğu gibi bize yollandığı için birçok kişiden önce bize ulaştı. Şuan aldığımız duyumlara göre internet sitelerinde neredeyse tükenmiş bile, biz şanslı takımız anlayacağınız.

Kitap, karizmatik FBI ajanımız Gregg Reese'in  sekiz yıl önce acı bir şekilde ayrıldığı Blacksburg'e, üniversite cinayetlerinin sırrını çözmek ve katili yakalamak için geri dönmesiyle başlıyor. Olayı daha yakından inceleyebilmek için üniversitede eğitim görevlisi olarak göreve başlamasına rağmen cinayetler ile ilgili ne bir ipucu, ne bir kanıt bulabilen Gregg, tam bir çıkmaza düşecektir. Ta ki hayatına birden giren vahşi Amazon kızı Aleka ile karşılaşana kadar.

Zincirlenmiş Kalpler'in yaklaşık ilk 150 sayfasını okuduğumda kitabın ana temasının bir cinayet olduğunu düşünüyordum fakat daha sonra gelen olaylarla düşüncelerim çok başka yerlere gitti. Sanki ilk baştaki cinayet olayı, seriye sadece giriş için ayarlanmış gibiydi. Hani bir hikaye yazarken büyük olayı patlatmak için önceden yaşanması gereken küçük olaylar vardır ya, kitapta bu çok güzel işlenmişti. En başta, "Bu ikisini nereye bağlayabilir ki maksimum?" derken sonlara doğru cidden şok oldum. Siz de okuyun, siz de olacaksınız...

Bir Türk yabancı karakterlerle hikaye yazdığında kültür farklılıklarından dolayı ortaya absürt şeyler çokça çıkabiliyor. İnanın, buna kendim de şaşırdım, ZK'da bir kere bile o absürtlüğe rastlamadım. Hatta bir ara kapağı çevirip Büşra Toraman yazıp yazmadığını yeninden kontrol etme ihtiyacına girdim, yabancı bir yazar gibi konuyu bu kadar profesyonel bir şekilde ele alabilmesi gerçekten takdire değerdi. 

Kitapta beni rahatsız eden tek nokta dış görünüşleri hakkında pek bir fikir elde edememekti. Tabi Aleka'nın kitap boyunca bahsedilen alev dövmelerini kast etmiyorum, Cleite'i, Glauce'u, Gregg'i... Dış görünüşleri hakkında net bir izlenime kapılabilmek için kitabın birkaç bölümünde okumanın gerekli olduğunu düşünürüm çünkü bilinçaltıma o şekilde yerleşiyor ama ben, zavallıcak; Gregg'in ela gözlü olduğunu sadece bir yerde okuyup kitap boyunca, "Greeeeeggg eeelaaa gööözlüüüğ" diye kendime hatırlatma yapmak zorunda kaldım. Bu çok da büyük bir sıkıntı değil, ama biricik yazar yorumlarımızı merak ettiğini söylediğinde bu noktaları da es geçemeyeceğimi fark ettim. Seri daha uzun arkadaşlar, her kitapta düzeltilen bir nokta 3. kitapta mükemmelliyeti doğurur diye düşünüyorum.

Kısacası, çoğunluğun almak için delirdiği bir kitap olduğunu bilsem de yine de tavsiye etmekten geri durmayarak, alın ya kitabı diyorum. Alta kitaptan bayıldığım bir bölümü ve tasarımcımızın -Ellerin dert görmesin Serhat- emeği olan o mükkemmel alıntıları bırakıyorum. Kendinize iyi bakın, yeni turda görüşmek üzeree! :D








5 Haziran 2015 Cuma

[İskambil Kartları Blog Turu #4] Gece Gezginleri Jacob - Jacquelyn Frank

Geldik İskambil Kartları olarak 4. turumuz olan Gece Gezginleri Serisi'nin ilk kitabı Jacob'a.  Gece Gezginleri serisi yurt dışında Nightwalkers adı altında yayınlananmış, her bir kitabı Jacob'da da görüldüğü üzere ana karakter olan erkeklerin ismini alan böyle uzuunca tatliş bir seri. Biz de Pegasus Yayınları'nın sponsorluğunda bu seriyi Türk kitap kurtlarına tanıtma şerefi ilk bize ait olsun istedik, aldık elimize haşmetli Jacob'ı. 

Yandaki kapak, Jacob'un orijinal kapağı ve ben bu kapağıyla Türkiye'de yayınlanmadığına müthiş sevindim. Tur grubu olarak bizim elimize kargoyla ulaştı, belki bazılarınız için de bir sorun teşkil etmez ama kitapçıya gidip şu kitabı eline almaya utanacak olanlar vardır. İnsanları bilirsiniz, sadece dışarıdan bir bakış atıp sizi yargılamaya bayılırlar. Ha ben bu konuda kusursuz bir insanım diyemem ama yine de bu tip şeyler oldukça saçma geliyor. Dilerim ki serinin diğer kitapları da kendi kapaklarıyla değil de bu şekilde satışa sunulur.

 Jacob, 700 yaşına merdiven dayamış en yaşlı iblislerden biri ve aynı zamanda da bir İnfazcı. İblislerin insanlara aşık olmaları iblis yasalarına göre kesin bir şekilde yasak ve bu yasanın uygulanmasını sağlayan kişi de kadim İnfazcı'mız Jacob! Adalet yargısı dillere destan, yakışıklı mı yakışıklı, iblislerin gözünde bir canavar bu Jacob, göreve getirildiği 400 küsür seneden beri hiçbir insan dişisinin etkisine kapılmamıştır. Ta ki Isabella'ya dokunana dek.

Şimdi bu anlattıklarımla ön yargıya kapılanlar olduysa onların bir kısmını kenara atsın. Tamamını demiyorum bak, bir kısmını. Çünkü kitap ön yargıya çok müsait bir durumda. Kabul ediyorum, ben de tamamen objektif olarak başlamadım okumaya. Hatta baş kısımlarında "Çok mantıksız, neden, hani iblisler kötüydü, neden kimse değil de Isabella?" diye çok homurdandığım oldu ama kitabı bitirmeden net bir yargıya varmamak gerekiyormuş. Devamında kitabı gerçekten sevdim, sürükleyiciydi, merak ettiriciydi. Birkaç yerinde anlayabilmek için iki kere okuduğum zekice espriler vardı, yerine göre de komikti.

Sansasyon yaratacak bir kitap diyemem ama kuru kuruya romantizm de bir yere kadar sarıyor insanı, ben böyle içerisinde fantastik ögelerin de olduğu aşk hikayelerine bayılıyorum ben. Yazarın ülkemizde yayınlanan ilk kitabı -23 kitabı var da maşşaallah- buydu ve ben diğer serilerini de çok merak ettim bu kitaptan sonra. 

Pegasus'un en son okuduğum kitabı Labirent serisiydi ve ondan sonra Jacob'u okumak için açtığımda puntoları görünce kalp krizi geçiriyordum. 335 sayfa ama eğer ki Labirent'in puntosuyla ve aralıkalarıyla basılsaydı rahat bir 500 sayfa ederdi. Şimdi bu kıyaslamayı neden yaptın Quyin derseniz, böyle küçük puntolu ve satırları arasında böyle az aralık bırakılan bir kitaba göre oldukça hızlı okunuyordu, bu beni şaşırttı. 

Kitapta cinsel sahneler ağırlı olmasa da 5-6 kere yer alıyordu ve ben kadının kalemini o noktalarda çok beğendiğimi fark ettim. Normal cinsellik kitaplarında artık hepsi sanki birbirinde bakıp yazıyormuş gibi bir hisse kapılıyordum ama tabii onları da suçlayamam, iki insanın birleşimiyle bir İblis'le bir... 

Neyse işte. Olsun o kadar dedirtti. Duygular yoğundu anlayacağınız ghjklş. 

"Isabella!" Kızgın bir sesle konuşuyordu ama sonunda kahkahasını bastıramadı.
"Bana cevap verecek misin vermeyecek misin?"
"Bana soru mu sormuştun ki?"
"Sana evlenme teklif ettim sanırım."
"Ah... Önümde diz çöktüğünü filan hatırlamıyorum hiç," dedi Jacob.
"Bak, modern bir kadın olabilirim ama bu biraz aşırıya kaçıyor. Elmas yüzük de istersin sen şimdi."
"Aslında, bana zümrüt daha çok yakışır," diyerek gülümsedi Jacob.


Eğer kitaba 10 üzerinden bir puan vermem gerekirse bu 7 olur. 10 verebileceğim kadar "Muhteşem" değildi, 9 verebileceğim kadar "Harika" değildi ve 8'i de konduramadım. Yine de 7 bence bir kitabı okumak için çok geçerli bir puan, kütüphanenizde bulunmasını tavsiye ederim. Tabi Facebook  ve Instagram çekilişlerimize üstlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz. Katılım şartlarını yerine getirdiğiniz takdirde, Jacob neden sizin olmasın? 

Şimdi sizi İskambil Kartları olarak Jacob için seçtiğimiz şarkılarla baş başa bırakıyorum. Bir sonraki turda görüşmek üzeree!
        
  #1 Banks- Waiting Game

#2 Blue Foundation - Eyes On Fire

#3 Zella Day - Hypnotic

#4 Laurel - Fire Breather

#5 Nina Sublatti - Warrior

#6 Another Girl - Wild Belle

Bookmark Us

Twitter Delicious Facebook Digg Stumbleupon Favorites More

Search

Ne Okuyorum?

Anna Todd - After

Recent Posts

Unordered List

Pages

Text Widget

Blogger tarafından desteklenmektedir.

Author Info

Text Widget

Instagram

Facebook

Quyinin Halkı

About the Author

featured Slider

Navigation Menu

Twitter

Like us

Popular Posts

Copyright © Quyinin Tacı | Powered by Blogger
Design by SimpleWpThemes | Blogger Theme by NewBloggerThemes.com